Ateş böceğim kayboldu

:-Anne aynalı gözlüğümü de takayım mı? Gözlerim yağan karın ışığından acır mı?

:-Alıyorum gözlüklerini de yanıma, aşağıya inince ihtiyacın olursa takarsın bir tanem.

Ankara’nın soğuk, dondurucu ve hüzün kokan gecelerinden biriydi. Yeni yıla çok az kalmıştı, ikisi de kabanlarını giymiş, annenin yardımıyla çok sevdiği ve gecenin karanlığında yansıyan ışıkla; kelebekleri ya da ateş böceklerini andıran yoğun kar yağışını izlemek ve o anı yaşayıp, fotoğraf çekip ölümsüzleştirebilmek için tekerlikli sandalyesinde aşağıya bahçeye inmişti.

 “Anne bak ateş böceği gibi kayboluyorlar” diyordu. Çünkü odasının penceresinden yağan karın güzelliğini yeterince hissedemediğini düşünüyordu. Avuçlarını açıp yağan kar taneciklerini, zayıflamış damarları mor çizgi çizgi görünen güçsüz, uzun ama bir o kadarda narin parmaklarıyla yakalamaya çalışıyor, annesinden kartopu yapacak kadar kar istiyor ve yaptıktan sonrada gecenin karanlığında fırlatabildiği kadar uzaklara fırlatıyordu. Bu derdi de fırlatır mıydı acaba gücünün yettiğince, yeter miydi gücü ya da güçleri? Bilinmezlikler mi bildiğini reddetmek mi? Bunları düşünürken olayı dramatize etmek istemeyen annesi de Oğlunun anlık tebessümüne eşlik etmeğe çalışıyordu. Eğer bulundukları hastanenin koridorlarının dili olsaydı da gözyaşlarını gizli gizli nasıl döktüğünü, oğlunun kurtulması için ettiği duaların sayısını söyleselerdi. Oğlunun hocaları onları ilik nakli olacaksınız diye göndermişlerdi Ankara’ya ama geldikleri gibi böyle bir şeyin mümkün olmadığını öğrenecekti.

Doktorlarla kendisi konuşuyor, duyduklarını hem babadan hem de yavrusundan gizlemeye çalışıyordu. Geldikleri günden beri duyduklarına inanmamakta direniyor ya da inanamıyordu. Anne oğluyla ilgilenen doktorlara inanılmaz bir şekilde yalvarıyordu, yavrusunu iyileştirmeleri ve oğlunun iç organlarıyla kendisinin iç organlarını değiştirmeleri için. Anne hep güçlü görünme görevini üslenmişti sanki. Bazen bu güçlü görünmeyi aldığı onca sakinleştirici ilaca rağmen tam anlamıyla yapamamaya başlamıştı galiba. Anne de tanışmıştı aslında kendi vücudunda bu hastalığın farklı bir türü ile ama oğlunun hastalığı gibi sarsmamıştı O’nu. Kendisi nasıl yenmişti bu süreci, oğlu da yenecekti. Başka yolu yoktu; çünkü üçünün ortak hayalleri vardı. Zaten bu güne kadar birçok zorluğu ve engeli birlikte yenmemişler miydi? Onlar birbirini çok seven üç kişilik çekirdek bir aileydi. Evet evet başaracaklardı yine.

Kar yağışı ve soğuk esen poyraz hız kesmeden devam ediyor ama ikisinin de geleceğe dönük güzel hayallerine engel olamıyordu:

-“Yemin et anne doğru söylediğine, iyileşecek miyim gerçekten?”

“-Evet oğlum, iyileşeceksin elbette aksini düşünmek yok evlat, sen benim oğlumsun, başaracağız. İstersen babana da sorabilirsin.”

Oysa bu konuşmadan iki gece sonra fenalaşarak yoğun bakıma alınacak ve sekiz gün sonrada annesinin inançlı konuşmalarına rağmen sonsuzluk nuruna annesinden önce kavuşarak kar tanecikleri gibi ateş böceğine dönüşecek, acılarından kurtulacaktı.

Geride güzel hayallerini, beyaz önlüğünü, Beşiktaş Bayrağını ve gencecik ömründe edindiği arkadaşlıklarını, dostluklarını, yoğun sevgi çemberini, bir de Oğluna çok inanan gözleri yaşlı annesiyle babasını bırakacaktı.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu