Batıdasın diye uygar sanıyorlar
İyi ya da kötü dünde bıraktığımız günleri her ne kadar tekrar yaşamak mümkün olmasa da bazı günler birbirine benzer. Tıpkı geçtiğimiz hafta üç gün üst üste yaşadığım pazar gibi. Yok, canım günleri karıştırdığımı da nereden çıkardınız ben daha bunamadım.
Cuma günü, uzun zamandır gitme fırsatı bulamadığım Ulus pazarına doğru yola çıktım. Sürekli batıya giderek Hindistan’a ulaşacağını düşünen Kristof Kolomb gibi ben de Tunca Nehri boyunca şehrin batısına doğru ilerledim. Süleymaniye Cami yakınlarında sağlı sollu park edilmiş araçlar, nasıl bir kalabalığın beni beklediğinin sinyallerini veriyordu. Yıkılan eski tren köprüsünün altında her daim sıkışan trafiğin, bu kez geçerli bir bahanesi vardı; hızlı tren çalışmaları devam ediyordu. Şehrin batısına Darül Hadis Caddesine dönüp Büyük Sinagog’un karşısındaki alana aracımı park ettikten sonra pazar alanı ile otopark arasında tozu dumana katarak geçen iş makineleri, hafriyat kamyonları ve ardında küfür savuran yayalar… Yüzümüzü batıya döndürdükçe yüzümüz batıyordu. Yurtdışından memleketimize kadar gelen turistler, pazar yerindeki park alanını buluyor da trafiğin tek yön aktığını gösteren trafik tabelasını göremiyor, ikişer üçer arabadan oluşan konvoyla Maarif Caddesinde kayboluyorlardı. Tezgahlarında deniz kıyafetlerinden tutun da işini kış tutanlar için monttan kabana çeşitli tekstil malzemeleri, züccaciye ürünlerinin satıldığı pazarda; ellerin ceplere cüzdanlara uzanamadığı kuru bir kalabalık vardı. “Edirne hep böyle sıcak mıdır?”diye soran pazarcı esnafı, belki de siftah parasıyla başka bir pazarcı esnafından soğuk su satın almıştı.
Ertesi gün cumartesiydi. Bu kez depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle tadilata girmesi kararlaştırılan 1. Murat Mahallesi’ndeki pazardaydım. Yeni yeri, Margi AVM ile Migros arasında diye tarif edilen semt pazarı bildiğiniz boş bir arazide kurulmuştu. Alanın küçük olması, tezgah ve taşınabilir şemsiyeler pazarcıların kendi imkanlarıyla temin edip kurması gerektiği için pazar esnafının katılımının düşük olduğunu, sürekli alışveriş yaptığım tezgahları bulamadığımı, soğuk saklanması gereken gıda maddeleri için çalıştırılan jeneratörlerin çim alanda kısmen yangına sebebiyet verdiğini, fiyat etiketlerinden ürperen vatandaşlarımızın kırk dereceyi bulan hava sıcaklıklarıyla vücutlarını dengelediğini söyleyebilirim. O günden aklımda kalan tek şey; bir kamyonetin arkasından inip elindeki deterjan kutusunun markasının doğru olup olmadığını soran esmer delikanlıydı. Batıdasın diye işlerini bata çıka yürüttüğünü bilmiyorlar.
Pazar günü yine pazardı. Bu kez sabah saatlerinde yolunu tuttuğum doğal köy ürünlerinin satışa sunulduğu Kırsalın Köy Pazarı’ndaydım. Cumartesi pazarı ile aynı yerde kurulan ancak tezgah ve taşınabilir şemsiyelerin bir önceki güne göre daha eğreti durduğu alanda bir ayağı çukurda kalan masadan devrilme endişesiyle uzak dururken yan yana tezgah açan iki üreticiden daha genç olanın saman alevi gibi parlayan öfkesiyle diğerinin tezgahına yürümesi, onun peşinden yetişen zabıtalar, yaşlı üreticinin yaşının verdiği ağırbaşlı mizacından mı yoksa toprağa bakan gözlerindeki yorgunluktan mı bilmem olanca sakinliğiyle oturuşu kaldı zihnimde. Tezgahlarda börek ve çörekler, sanki kış için güneşe karşı kurutulan domatesler gibi. Soğutucu çantalar içinde yaprak sarmalar, mercimekli köfteler ve daha neler neler. Sabah yeni yerinde ilk defa kurulacak pazarın telaşıyla tansiyon ilacını evde unutan bir teyzenin eve geri giden eşinin ardından hayıflanırken dudaklarından dökülen o sözleri “Gitti mazota yüz lirası” Batıdasın ya batacağına ihmal vermiyorlar.