Dokuz sekizlik hayatlar
Bu sabah, Edirneliler tarihi Tunca Köprüsü’nden gelen bir intihar haberiyle uyandı.
Olay, şehir merkezi ile Karaağaç semtini birbirine bağlayan Tunca Nehri üzerinde bulunan dört yüzyıllık, on gözlü köprüde meydana geldi.
Edinilen bilgilere göre; saat dokuz sıralarında kimliği henüz tespit edilemeyen genç bir kadının köprünün taş korkuluklarından kendini Tunca Nehri’nin sularına bıraktığı tahmin ediliyor. Yakındaki bir benzinlik çalışanının; esmer tenli, çiçekli şalvar üzerinde kırmızı kazaklı bir genç kadını; köprüde beklerken gördüğü, kısa süre içinde ortadan kaybolmasından şüphelenerek durumu yetkili kişilere haber verdiği öğrenildi. Olay yerinde, bir çift ayakkabı bulan sağlık ve polis ekiplerinin arama çalışmaları sağanak yağışa rağmen sürüyor.
Kumandanın kırmızı düğmesine basınca ekranla birlikte içim de karardı. Sanki dizlerimin bağı çözüldü, dakikalarca oturduğum yerden kalkamadım. Evlat sahibi olamadım ama yüreğime çöken acının tarifi mümkün değil. Ah be güzel kızım, ah be yavrum!
Kırmızı ile beyaz renklerin karışmasından oluşan ama dünyaya geldi gelesi hayatı, nehrin boz bulanık rengine dönüşen Pembe’m!
Otuz dört yaşındaydı. Tanıştığımızda; yaşı tutmazken kocasıyla kaçarak evlendiğini söylemişti. Şimdilerde lisede eğitim gören on altı yaşında bir kızı, ilkokula giden tekne kazıntısı dediği iki de erkek çocuğu vardı. Evvel zamandan beri düzenli olarak ev işlerinde bana yardıma gelirdi. Geçen sene ocak ayının ortalarına doğru kocası borçlarından dolayı hapse düşünce, işlettiği dükkana birisinin bakması icap etti. Duyduğumda kendi adıma çok üzüldüysem de ona belli etmedim. İnsanın kendi işinin patronu olması gibi var mı?
– Amaan sen de! Ekmek elden su gölden, sen ne anlarsın; işin gücün yumak kovalamak.
Ne zaman hastaneye yolum düşse dönüşte dükkana uğrar, iki lafın belini kırardık. Dükkan dediysem, hayalinde; boydan boya camekanlı, yerleri cilalı, süslü püslü bir yer canlanmasın. Bir evin deposundan bozma, hepi topu beş metrekare bir yerdi. Kiloyla, gramla açık deterjan, çamaşır suyu gibi temizlik malzemeleri satıyordu. İşlerin nasıl gittiğini sorduğumda;
– Çok şükür ekmek paramız çıkıyor, Alideanım, derdi.
Ben de hemen kaşlarımı mahsustan çatar;
– “H” nerede evladım? Diye çıkışırdım.
– Arka kapıdan mezun oldum ben! Diyerek kıkırdardı.
– Yokluğu bilirdi, parada pulda gözü olan biri değildi. Hiç bakma bana öyle! Senin gibi tok evin aç kedisi değildi.
İşi bırakmadan birkaç hafta önce, yılbaşı arifesi; televizyonda Milli Piyango’nun büyük ikramiyesini duyunca, şaka yollu “Sana çıksa ne yaparsın Pembe?” diye sormuştum. O, her zamanki gibi üniforma bellediği; oyalı çemberi başında, mor papatyalı şalvarının dökümlü kumaşı kucağında, üzerindeki kırmızı simli kazağını dirseğine kadar sıvamış halde çıktığı pencerenin pervazından camı silerken “Ah be Anımım, ne gelinlik ne çeyiz bir talikayı süslediler de gelin ettiler beni, sen adıma ne aldanırsın! Ayal kurmaya vakit mi kalıyor? Elaleme avuç açmadan yaşayıp gitmek bizim tek derdimiz” demişti.
Daha dükkanda işlerin nasıl yürütüldüğünü tam olarak öğrenemeden salgın haberi geldi. Halihazırdaki çoğu müşterisi komşu ülke vatandaşlarıyla dar gelirli hemşerilerinden oluşuyordu. Salgın yayılmaya başlayınca; virüs bulaşma korkusuyla temizlik malzemelerine artan talep bir süre sonra yerini akşam ezanına kadar siftah yapılmayan günlere bırakıverdi. Okullar kapanınca evdeki iş yükü, sınır kapıları kapanınca da geçim derdi sırtına kambur oldu. Altmış beş yaş üstü için sokağa çıkma yasağı gelince bir daha ziyaret etmek kısmet olmadı. O da iki kere bayram ziyaretine geldi. İçeri girmeden hayalet gibi kapıdan görünüp, gitti. Çocuklar derslerinden geri kalmasın diye eline şu küçük bilgisayarlardan alacak kadar bayram harçlığı sıkıştırdım. Başta itiraz ettiyse de “Okusunlar, büyük adam olsunlar” derdin. Ne diye karşı çıkıyorsun? Emekli de olsam ben hâlâ bir öğretmenim, diyerek eski günlerdeki gibi onu bir güzel azarladım.
Televizyonda bir cips reklamında oynayan dizi oyuncusu var. Hani; iri, çakır gözlü, mimikleri sevimli, çıtı pıtı bir hanım kız, işte onu ne zaman görsem bana Pembe’yi hatırlatır. Ölüm, aklını nasıl çeldi? Onun gibi kahkahası bol, yüzü güleç bir kadını, aklım almıyor. Dört ayda insan ruhu bu kadar değişir mi? Bardağı taşıran son damlanın eksikliğinde bir hayat mı yaşıyordu da göremedim? Yoksa onu, son damladan öncekiler mi boğmuştu?
– Ben ne anlatıyorum sen ne diyorsun miyav miyav gel hadi, mama vereyim. Ay aman anacığım bacaklarım tutulmuş. Kapı mı çaldı? Dur hele yaramaz, düşüreceksin beni önce şu kapıya bakayım sonra senin aç karnını doyuralım.
Kapıyı açtığımda yaşlı kalbim neredeyse duracaktı.
– Pembeee! Ah be kızım aklımı aldın. Az daha şuraya yığılıyordum!
– Ayırdır Anımım? Buralardan geçiyordum bir alini atırını sorayım istedim.
– Sabah Tunca Nehri’ne bir genç kız atlamış ya; ben de sen sanıp saatlerdir vesvese yapıyordum.
– Üzüldüğün şeye bak! Ben ne dertlere göğüs germişim, şu kadarcık mikrop mu benial aşağı edecek? Alla aşkına benim genç kızlık alim mi kalmış?
– Gül bakalım, sen gül. İki dakika kendime geleyim de H’lerin hesabını soracağım sonra sana!
Sayın seyirciler, saatler sekizi gösterirken ana haber bültenine, Edirne İl Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamayla başlıyoruz; Sabah saatlerinde Tunca Köprüsü’nden gelen intihar ihbarının asılsız olduğu bildirildi. Çevredeki binalardan alınan kamera kayıtlarını inceleyen emniyet güçleri, bir can kaybının söz konusu olmadığını, köprü üstünde bulunan ayakkabıların ise; yoldan geçen geri dönüştürülebilir ürün toplayıcısına ait bir at arabasından düştüğünü tespit etmişlerdir.