Doyran Gray’in Portresi

Yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir.

Çoğu insan sadece var olur (Oscar WİLDE)

Adrian, soğuk bir mart günü Edirne 25 Kasım Havaalanının dış hatlar bölümünde misafirini bekliyordu. Çok geçmeden bir elinde tekerlekli bir valiz diğer elinde bir kutuyla ona yaklaşan otuz, otuz beş yaşlarında uzun kirpikli, iri gözlü bir kadın topuklu ayakkabılarıyla yürüyordu.  Bayan Gray, sağ elindeki kutuyu sol koltuk altına sıkıştırarak elini uzattı. “ Umarım sizi çok bekletmemişimdir bay Angelop… Angelopoulos ?”

Umduğundan daha genç ve güzel bulduğu kadının yüzünde yayılan gülüşüne hayran hayran bakan Adrian, bir müddet sonra elini uzatıp “ Uçağınız tam zamanında geldi bayan Gray, adım Adrian Angelopoulos. Valizinizi almama izin verir misiniz?” Valizi alan Adrian, Bayan Gray ile birlikte park yerindeki aracına binerek havaalanından Mülteci Komisyon Başkanlığının bulunduğu köye doğru yola çıktılar.

Genç kadın, yol boyunca sessizce çevreyi seyrederken Suriye’den Konya’ya gelen ailesinin yedi koca yıl hayata tutunmaya çabaladıkları bu coğrafyayı, dedesinin Konya’da kalma ısrarlarına rağmen babasının Avrupa’ya gitme hayalleri yüzünden aile içinde sürekli yaşanan huzursuzlukları. Bu huzursuzluklar yüzünden babasıyla dedesi arasında kalan babaannesi ve evde hiç hükmü geçmeyen annesinin yaşadığı bitmek bilmeyen sorunlarla dolu o günleri, ayları hatta o yılları düşünüyordu. Babaannesinin vakur sesi, kulaklarında yankılanıyor, dedesinin ve babasının mermer fabrikasında, inşaatlarda çalışarak nasıl para biriktirdiğini, Türk Hükümetinin o günlerde yaptığı siyasi manevrayla açtığı sınır kapılarına doğru ilerleyişlerini, Yunanistan ve Türkiye arasında mültecilerden dolayı tırmanan gerilimi ve binlerce insanın soğukta yaşam mücadelesini dinliyordu. Kadına ve iki eliyle sıkıca tuttuğu kutuya göz ucuyla bakan Adrian, merakına yenilip kutuda ne olduğunu sordu.

-Babaannem.

-Babab…

Hafifçe gülümseyerek babaannesinin son arzusunun; küllerinin hayatlarının değiştiği burada, Meriç Nehrine savrulması olduğunu, yoğun bakım günleri ve cenaze işlemleri nedeniyle söz verdiği tarihte gelemediğini söyleyen Bayan Gray elindeki kutuya bakarak;

– Neyse ki sağ salim gelebildik.

-Komisyona ve üniversiteye yaptığınız maddi ve manevi yardımlar için minnettarız Bayan Gray. 

-Bana Doyran diyebilirsiniz.

-Sizin gibi insanlar sayesinde insanlık bu sorunların üstesinden gelecek Doyran Hanım.

-Anıt tahminimden daha büyükmüş.

-Yerli bir heykeltraş sanatçısı o günlerde yaşanılan dramı gönüllü olarak ölümsüzleştirmek istedi. Bakın hemen sol yanındaki bina da o günlerden kalan eşya, fotoğraf, film, gazete küpürü ve benzeri materyallerden oluşan müzemiz.

-Yanımda müze için aileme ait özel eşyalar da getirdim Profesör.

-Harikasınız. Annenizin Meriç Nehrini geçerken soğuktan hastalandığını ve kısa bir süre sonra vefat ettiğini yazmıştınız. Başka kardeşiniz var mıydı?

-Benden büyük iki ablam var. Babamın Avrupa’ya gitme isteği de küçük ablamın ameliyat olup tekrar yürüyebilmesi içinmiş. Ben, ailemizin bu köyde geçen günlerinde dünyaya geldiğim için tek bağlantım aynı adı taşıyor olmamız. Doğumdan sonra annemin vücudu, kendini tam toparlayamadan babamın karşıya geçme kararı almasına dayanamamış.

-Köyden o dönemi çok net hatırlayan bir kaç kişi var. İçlerinden ailenize yardım edenler de olabilir. Yanınızda dedenizin ve babanızın fotoğrafı varsa gösterelim. Anlatmak istediği ilginizi çekecek anılar olabilir.

-Sizi de bu mülteci sorununa çeken bir şey vardı yanlış hatırlamıyorsam. Yoksa Atina Üniversitesindeki işinizi bırakıp buraya gelmezdiniz değil mi?

-Aslında benim için de gecikmiş bir vefa borcu diyelim. Ama size bunu müzeyi gezerken anlatayım.

-Şu fotoğraftaki Yunanistan nöbetçi kulübesini görüyor musunuz? Babam İlias Angelopoulos o yıllarda bu karakolda görevliymiş. Ve mültecilerin geldiği 2020 yılının başından itibaren hemen hemen her gün bu kulübede gece yada gündüz nöbet tutan askerlerden biriymiş. Onun anlattıklarını özellikle ölümü yakınken çok dinledim. Beni buraya getiren ve komisyonun üyesi yapan neden; babamın pişmanlıkla anlattıklarına olan vefa borcumdur.

-Babamın tek başına geçmeye çalıştığı ilk denemesinde yakalanıp yediği dayaktan dolayı ayak parmakları kırılıp sonrasında da yanlış kaynamış. Geri kalan hayatı boyunca ayak parmaklarının acısını anlatıp durdu. Ölmediğine şükrederek tabii ki… Yunan askeri ve polisi o dönem karşıya geçebilenlere hiç acımamış. Paralarını alıp dövmüşler mültecileri. Bunu da anlattı mı babanız? Botlarına ateş ederek boğulmalarına neden olduklarını ? (giderek artan öfkeli bir ses tonuyla) Çırılçıplak soyup buz gibi nehre attıklarını?

-Sakin olun Bayan Gray, tüm bunlar insanlık suçuydu ve geride kaldı. Bunu siz benden daha iyi biliyorsunuz. Bu vakıf, bu komisyon ve hatta mülteci sorunlarına çare bulmak amacıyla bu üniversite, tam da bu amaçla buraya kuruldu. Bir daha bu acılar yaşanmasın diye.

-Özür dilerim, haklısınız. Bu şekilde fevri davranmamalıydım.

-Sizi gayet iyi anlıyorum. Hayat sizler için hiç kolay değildi. Annesiz büyüdüğünüzü, ailenizin binbir zorlukla hayata tutunduğunu ve daha birçok sıkıntıları komisyona girdikten sonra araştırma raporlarından okudum. Tüm bu yaşananlara rağmen kurulmasına ön ayak olduğunuz Doyran Mültecileri Yardım Vakfı tek tek mağdur ailelere ulaşarak geride kalanlara yardım etti. Hayatını kaybedenlerin anısına köyün girişindeki anıt yapıldı. Bağımsız film yönetmenleri bu olayın unutulmaması için belgeseller çektiler. Tüm bunlar ve şimdi aklıma gelmeyen diğer işler başta sizin ve sizin gibi iyi insanların sayesinde oldu. Buyrun şimdi babaannenizin küllerini Meriç nehrine savuracağınız yere gidelim isterseniz?

– Gidelim Profesör Angelopoulos.

Az sonra iki halkın herhangi belge sunmadan karşı tarafa rahatça geçtiği otuz beş yıl önce insanların boğularak ölmelerine neden olan yere yapılan köprüden Meriç nehrine külleri savurdular. Bayan Gray, külleri savururken Profesör cebinden çıkardığı babasının yıllar önce yazdığı Mülteci şiirini* okuyarak o ana eşlik etti. Küller havada uçuşarak nehre düşerken Profesör Angelopoulos’un dudaklarından şu dizeler döküldü;

Mahpusluğuna kıyamayıp

Özgürlük sevdasına azat ettiğim

Yaşama sevinci getirmeye

Giden kuşlar

Tek kanat çırpmanızla

Bir çırpıda geçtiğiniz Meriç nehrinde

Hayata koşan kara kuru

İnsanlardan şanslısınız.

Kurtuluşun penceresini

Aralamaya çalışıp açamayanlar

Suda özgürce yüzen gümüş renkli balıkların

Oyuncağı olurlar

Bu nasıl yazgıdır

Afrika’da başlayan bağrı yanık türkünün sesi

Meriç nehrinin azgın sularını bastıramaz

Ve sazlar susar.

O halde şimdi susma zamanıdır.

Susun bugün uyandırmayın sessizliğimi

Kaderi derisi gibi kara sevdaları

Bir taka gibi dalgalara çarpan kurtuluşu

Ölümle ödüllendiren hayatlar

Bence de affetmeyin bizi.

*(Mülteci / Gürsel CENGİZ)

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu