Müdavim

Bak işte geliyorlar. Havalar ısındığından beri patronun camiye gittiği günün akşamı mutlaka uğrarlar. Her seferinde kayısı ağacının altındaki masaya otururlar. Bu kez iki kişiler, yine dışarıdaki aynı masaya oturmak isteyecekler. O masanın ne özelliği var anlamadım. Ne kuytu köşe ne de mutfaktan yayılan kokular ulaşıyor. Diğer çalışanlara pek yüz vermiyorlar yoksa benim için mi geliyorlar? Şimdi fark ettim de başka müşteriler o masada otururken buraya hiç gelmediler. Öyle bir durumda çekip giderler mi yoksa başka masaya mı geçerler? İnsanların tercihlerini neler etkiliyor bilmek mümkün değil. Bizim patron gibi değiller sağları solları belli en azından. Bugün aniden başlayan yağmur onu öyle bir öfkelendirdi ki bahçedeki tüm sandalyeleri masaların üzerine ters çevrilmesini, akşam da misafirlerin söylediğine göre ona bir çuval paraya mal olan kapalı mekanda ağırlanmalarını emretti. Minareden yankılanan ezan sesi onu sakinleştirmiş olacak ki cami yolunda ona yetiştiğimde beni görünce ses etmedi. Yol boyunca ağzını açmadı. Köy ahalisiyle kasketinin siperine dokunarak selamlaştı. Geri döndüğümüzde onunla görüşmek için bekleşen, ellerinde değişik aletleriyle esmer tenli üç adama kafa tutunca kıyamet yine koptu. “Yürü git! İt oğlu it gözüm seni görmesin!” diyerek beni kovdu. Şimdi tenekelerin; çöplerin boşaltıldığı ara sıra da bizim elemanların ciğerlerine iki nefes dumanı gizli saklı çektikleri yerde saklanıyorum.
              Patron, onları görür görmez omzundan düşecek gibi duran havlusunu düzeltip koşar adım karşılamaya gitti. “Aman efendim, kimler gelmiş” diyerek sırıtmaya başladı. İçerisini bir an önce göstermek için yapmacık bir sevinçle erkek olanın koluna girdi. Yaptığı değişiklikleri ballandıra ballandıra anlattı. Dişi olan kapının eşiğinden göz ucuyla şöyle bir bakıp hayırlı olmasını dileyerek hep aynı masayı işaret etti. Bizimki “Aman hanımefendi üşütüp hasta olmayasınız.” dese de ” Buraya kafamızı dağıtmaya geliyoruz İsmail Bey, şişirmeye değil!” cevabını alınca neye uğradığını şaşırdı.  Bir el hareketiyle komi, her zaman oturdukları masanın sandalyelerini çevirmeye başladı. Masayı yaprak ve su birikintisinden arındırdığı gibi servis tabaklarını yerleştirdi. Genelde buraya kalabalık bir grup olarak gelirlerdi. Hatta içlerinden biri benden hoşlanmadığını daha ilk seferinde bakışlarıyla belli etmekte bir mahsur görmemişti. Pek bozuntuya vermedim başkası olsa bu duruma fena içerlerdi. Yüzüme karşı varlığımdan memnunmuş gibi davranıp arkamdan söylemediğini bırakmayan birinin ikiyüzlülüğüne bu dürüstlüğü yeğlerim.
Erkek olan üşürsen söyle, üstüne bir ceket getireyim dedi. Dişisi, şimdilik iyiyim ilerleyen saatlerde duruma bakarız diyerek çatık kaşlı bakışlarını etrafta gezdirmeye sürdürdü. Bu havalarda saatlerce oturunca soğuk hafiften ısırıyor. Ben alıştım. Hep dışarıda koşturup durduğum için üşümüyorum. Yavaş yavaş ağaçlar yapraklarını dökmeye başladı. Karıncalar kışlıklarını tamamladı. Güller budandı. Yağmur ıslatırsa kurursun, çamur bulaşırsa temizlenirsin de bata çıka yürüten o kara kışın karı yok mu yuvarlanıp eğlencesi bittikten sonra hiç çekilmiyor. Saklandığım yerden başının üstünde topladığı gri saçlarını, benimkine nazaran öne çıkık, büyükçe burnunu rahatça görebiliyorum. Yere değen ayağını yavaş yavaş huzursuzca salladıktan sonra geriye doğru çekip sandalyenin ön parçasına dayadı. Üşümüş olmalı. Gözlerini önce bahçedeki küçük su birikintilerine oradan ayak izlerine devirdi. At izi ile it izinin karıştığı mutfağa giden çamurlu yolu renklendiren lambalara bakarken gözlerini kıstı.  Yoksa beni mi arıyor? O da beni özlemiş midir?
            İçinde köpüklü, sarı içecekleri gelince kalın dipli bardakları birbirine çarpıştırıp birer yudum aldılar.
-Biraz sert bir tepki vermedin mi?
-Meyhane mi canım burası, ince saz dinleyip musikiye eşlik edecek adam bir zahmet kalkıp başka yere gitsin. Bizi içeriye geçirmek için başımıza bir silah dayamadığı kaldı.
-Son günlerde öfkene çok çabuk yeniliyorsun, neyin var? Adamın işi bu!”
Ben onları dinlerken kulağıma patronun sesi çalındı. İçeriye giren bir müşterinin sırtına vururken kahkaha atıyordu. Keyfi tekrar bozulmadan usulca sıvışıp yerime gitmeye karar verdim. Tam masaların arasından seğirtiyordum biri adımı seslendi. Onun sesiydi, hemen tanıdım. Dönüp bakınca göz göze geldik. Gülümsedi. Ben ciddiyetimi hiç bozmadım. Hatta el işaretiyle yanına çağırınca adımlarımı ağırdan aldım. Elini uzattı, üşümüştü. Ne kadar sıcaksın diyerek bana sarıldı. Elma gibi kokuyordu, tatlı ekşi kokusunu doya doya içime çektim. Dizine koyduğum başımı okşarken kulağıma eğilip saçlarımızın boya numarası sanırım aynı dedi. Ne demek istedi anlamadım. Cebinden bir paket somon balıklı, kuru mama çıkarıp avucuna döktü. Bir güzel yedim ama nasıl güzel yedim.
           Giderken son sözü “Aklım yine sende kalacak Müdavim, geçmez şimdi bir hafta” oldu. Ben bu insan dişisini şimdi nasıl özlemeyeyim?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
error: İçerik korunmaktadır !!