Ne Çıldırmak Mümkün Ne De Unutmak

İnsanoğlu, varlığını sürdürme çabasıyla kendini ve yaşadığı dünyayı tanıma yolculuğuna çıkarken atıldığı bu serüvenin bitiş çizgisinde onu bir tabela bekler. Üzerinde “Ölüm” yazan bu tabelanın düşündürdükleri her bireye göre değişir.

Benim ölüme ilk yüklediğim anlam, yaşamın geçici olarak durduğuydu. Öyle ya annem, babasının evinin önüne geldiğinde kısa bir an durmuş ardından da yere yığılmıştı. Teyzemler, dayımlar işlerine ara verip baba ocağına doluşmuştu. Bir hafta önce Kurban bayramında bir araya gelen torunlar, evin avlusunda oynamadan duruyordu. Dedemi, son yolculuğuna uğurlayan köyün koca kalabalığı dağılınca anneannemin; o geri gelene kadar yalnız uyuyacağını düşünmüştüm.

Bir kaybın ardından yaşanan acının derecesi, kayıp olanla aramızdaki kan bağına, soy birliğinden bağımsız yakınlığına, ona verdiğimiz öneme, sevgiye, yokluğunun anılarda açtığı derinliğe göre değişiyor. Bir insan, en sevdiği yazarın, şairin ölümüne, hayatı boyunca iki kez gördüğü, üçüncü derece bir akrabasının ölümünden daha çok üzüyor.

Yirmili yaşlara geldiğimde ölüm artık yaşamı durduran bir kavram halini almıştı. Katıldığım kimi cenaze törenlerinde yaşamın sadece mevta için durduğunu; geride kalan yakınlarının, başsağlığı için gelen ziyaretçileri ağırlamaktan hayatlarının durmasını bırakın duraksamasına bile müsaade edilmediğini gözlemledim. Taziye evinde yemek pişirilmezdi ama bir bardak sıcak çay iyi giderdi. Çok ağlarsan mevtaya azap verir diyen bir konuk başını diğer tarafa çevirip pilavı için karabiber verilmesini isterdi.

Kayıp şekline, sayısına, büyüklüğüne göre de insanlar toplu olarak ölümden etkileniyor. Yakın zamanda yaşadığımız deprem felaketinde olduğu gibi hiç tanımadığımız insanların acısına, hiç buluşmadığımız şehrin çaresizliğine ortak olduk. Her ne kadar ateş düştüğü yeri yaksa da alaz, gideceği yönü ve boyutu bize söylüyordu.

Platon; ölümü, bedene hapsolmuş ruhun kurtuluşu olarak görürken Epikur,  yaşadığımız sürece ölümün yok olduğunu, ölüm geldiğinde ise artık bizlerin yok olacağını söyler. Nazım Hikmet, “İnsan, öleceğini bile bile nasıl yaşar?” diye sorarken Orhan Veli’nin kaleminden şu sözler dökülür; “Ölünce kirlerimizden temizlenir, ölünce biz de iyi adam oluruz. ”

Şimdi kırklı yaşlarda, geçmişte ölüme yüklediğim anlamları gözden geçiriyorum ellili, altmışlı yaşlarda yüzüne karşı ne söylerim ya da o benim arkamdan nasıl konuşur, bilmiyorum. Ölüm üzerine söylenenler insanlık tarihi kadar eski olsa da her doğan insanla ölüm; yeni anlamlar kazanır, ölüm yine kazanır.

Hayat, varlığını ilk insana borçluyken; ölüm, kendini ispatlamak için kim bilir kaç insanın varlığının sürdürme çabasını seyredip, durdu.

*”İnsan, öleceğini

bile bile nasıl yaşar?

Ya çıldırır

Ya da öleceğini

Unutur.”

Nazım Hikmet

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu