Özlenen Misafir

Genç kadın, saçlarını toplayarak salona girerken “Otur şöyle de dinlen biraz’ dedi. Misafiri, yaşlılığın getirdiği işitme kaybına mı sığındı yoksa o sırada yorgunluktan konuşmak mı istemedi, perdeleri tavana doğru katlanmış pencerenin önünde dışarıya bakmayı sürdürdü. “Geldiğinden beri ayaktasın” diye devam etti beriki. Dudaklarını bükünce öteki, yüzündeki söylenmemiş sözlerden ibaret kırışıklarını iyice derinleştirdi.”Dört bir taraf apartman dolmuş” dedi.
Genç olanı, odanın içinde ona doğru yürürken ” Eskiden çadır kent vardı ya burası işte” dedi. Yaşlı kadının, yürümeye başladığı günden bugüne neredeyse bir asır vücudunu taşımaktan yüksünmeyen, derisinin altında köstebek gibi dolaşan varislere rağmen bacakları ilk adımında biraz yalpalayınca bir hamlede koluna giriverdi. Genç kadının, içinde aniden ortaya çıkan korku onu kolundan kavramasıyla pır pır eden yüreğinde yerini daha büyük bir boşluğa bıraktı. En son düşüp kolunu kırdığını hatırlıyordu. Tekrar düşerse ilaç kullanımı, hareketsiz yaşam, kas ve kemik zayıflaması, yalnızlık ve kronik hastalıklar oluşturabileceği geçti aklından. Usul usul kanepeye geçtiler.
Yaşlı kadının eşarbını çıkarıp iki peliğini ensesinde tutturmaya yardım etti. Sırtını bir kaç kırlentle destekleyip eğer açsa bir şeyler hazırlayabileceğini söyledi. Cevap alamayınca kahve çarpıntı yapar çay demleyeyim ben en iyisi diyerek ayağa kalkmaya yeltendi. Yaşlı kadın parmaklarının iki boğumuna kadar kınalanmış avuçlarıyla genç kadının ellerini kavradı. Sanki tutmak için değil de soğuktan donmak üzere olan ürkek bir kuş yavrusunu ısıtır gibi “Ben seni görmek için geldim.”dedi. Tuzlu sularla dalgalanan mavi gözlerini bir süre ona, bir tutam bile benzemeyen kadının yüzünde gezdirdi.”Ben bile yaşlandım sen hiç değişmemişsin “diyerek buruk bir şekilde o sessizliği ilk bozan genç kadın oldu.
“Ee ben, yaşlılıktan şikayetlendikçe gülerdin, yaşlanma diye tembihledim ama hiç dinlememişsin.” Sonra gözlerini duvardaki raflara çevirip “Hala bitmedi mi bu okul? Ömrün okumakla mı geçecek?’diyerek gözlerinden geçen kurşuni bulutları dağıttı. “Bitti bitmez olur mu? İşe girdim, çalıştım sonra evlendim bir de çocuğum oldu. Ne kadar çok sene geçmiş seni görmeyeli.”dedi genç kadın. “Demek evlendin bir yumurta kıramaz derdi oysa annen.” İki kadın birbirine hiç benzemeyen sesleriyle gülüşüp, sarıldılar. Bu kez yaşlı kadın “O eski evin ağaçlar çiçeklerle dolu bahçesinde evcilik oynayan çilli, cılız, dirgen gibi haline içten içe üzülür salçalı ekmek yiye yiye yok, vallahi de billâhi de bakmıyorlar, büyümeyecek bu çocuk derdim.
Pası mavisinden çok demir bir salıncağın vardı salkım söğüdün altında gün boyunca sallanır, çiçeklerle konuşur, ağaçlara isim verirdin. Şimdi balkonu bile olmayan bir kutunun içinde sıkışıp kalmışsın. Ne ayağına toprak değiyor ne açan bir çiçeğin mucizesine, doğanın kokusunu içine çekerek ortak olabiliyorsun. Beni burada bir saatten fazla kimse alıkoyamaz.
Koridorda yürümek hiç tutar mı ateş yakmak için çalı çırpı toplamanın yerini hele yakılan odun ateşinde pişen yemeğin tadı ne kadar eksen de tuzu baharatı… Baksana evin orta yerinde mutfak mı olurmuş canım. Aşevi dediğin odadan ayrı olur içinde maşinga, üstünde tenceredeki yemeğin içinde tepsideki böreğin pişerken içerisi de ısınır. Bari eski evde otursaydın sobalı ama mutfağı ayrıydı.
Sebzeni ekip, toplarken konu komşuyla iki lafın belini kırardın. Var mı burada komşuluk? Orda komşular simdi çoktan göz aydına gelmişti.” Genç kadın, başını aşağı yukarı sallayarak verdiği haklardan sonra “Bu anlattıkların artık şehir insanlarının emeklilik hayalleri oldu. Köyde yaşayanlar şehre gelmeye çalışırken… Sahi köydekileri sormayı unuttum. Onlar nasıl?”dedi.
Yaşlı kadın , “Sen hala uyuyor musun ? Ben öldüm ya, sen beni yine rüyanda görüyorsun. Kalk hadi işe geç kalacaksın”