Ragbi Günlükleri 54 (2)
İnsan hayatında yeri ve önemi her geçen gün daha da artan sportif faaliyetlerin nasıl ortaya çıkıp, şekillendiğini merak etmiş miydiniz? Ragbi Günlükleri, bu hafta sizi zamanda yolculuğa çıkaracak. Hoş geldiniz…
Sporun tarihinden bahsedilen bu yazıyı hazırlarken Anadolu Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan, Prof. Dr. Canan KOCA’nın editörlüğünü yaptığı ‘Sporda Psikososyal Alanlar 1’ kitabından faydalandığımı belirtmek isterim. Keyifli okumalar…
SPOR TARİHİ
Sportif aktivitelerin tarihi insanlıkla yaşıt tutulmaktadır. Tüm bu etkinlikleri kapsayıcı, tanımlayıcı“spor” teriminin ilk formları ise Ortaçağ kaynaklıdır. Fakat spor terimi; sporu konu edinen tüm disiplinler tarafından, terim olarak ortaya çıkışından önceki tüm devirlerin fiziksel aktivitelerini tanımlamak için sıklıkla kullanılmaktadır.
Spor Teriminin Kökeni ve Anlam Gelişimi
Antik Yunan vücut kültüründe sporcunun karşılığı bugün de kullandığımız “atlet” teriminin önceli olan “athletes”dir ve tam olarak “yarışmacı” demektir. Yarışma veya müsabaka anlamında ise “athlos” ve “agon” kullanılmaktadır. Sporcu ve yarışma için kullanılan athletes ve athlos terimleri,“athlios” fiilinden gelmektedir ki acı çeken, zahmet çeken, zorluklara katlanan anlamına gelmektedir.Dolayısıyla athletes yani yarışmacı terimi, zorlu ve zahmetli süreçlerden geçerek beceri geliştirmiş, yarışan, mücadele eden kişiyi ifade etmektedir. Bu dönemde var olan “gymnastes” terimi ise sporcuyu değil, spor eğitmenini tanımlamaktadır. Spor terimine denk gelen ve bugün de farklı anlam yükleriyle kullanım alanı bulan Eski Roma terimi ise “egzersiz”dir. Terim, MÖ 2. yüzyıldan itibaren KlasikLatincede mevcuttur ve daha çok askeri talim ve alıştırmaları tanımlamaktadır. “Vücut egzersizleri” birleşimiyle de sportif etkinlikler karşılığı kullanılmıştır. Eski Roma’da spor oyunları karşılığı olarak kullanılan bir diğer kavram “ludus”tur. Ludus; tatil günlerinde yapılan oyun, eğlence ve sporlar anlamına gelmektedir.
Eski Türkçe literatürde spor karşılığı kullanılan en eski iki terim oyun ve yarıştır. Oyun, doğrudanspor anlamı taşıyabilirken (cirit oyunu), bir spor branşına ait bir tekniği de (güreşte kafa-koloyunu) vurgulayabilmektedir. Ayrıca taktik, eğlence gibi spor terimine dâhil anlamlar da içermektedir.Türkçede spor anlamında kullanılan “yarış” teriminin ilk örnekleri Göktürk Yazıtlarında belgelenebilmektedir. Yarış, özellikle rekabet vurgulu etkinliklerde söz konusudur. Yarış– fiili “yarışmak, rekabet etmek, geçmek” anlamındaki yar– kökünden türemiştir. Yarışmak, aynı zamanda iki eşit parçaya ayırmak, eşit olarak bölüşmek anlamlarını da taşır ve yarışanlar arasında olması gereken eşitliği; eşit şartlarda yarışma anlayışını da içinde barındırır. İdman, Türklerin İslam coğrafyasıyla iletişime geçişleriyle birlikte Türkçeye girmiştir ve herhangi bir alanda “bir işte beceri geliştirmek için yapılan tekrar” demektir. Daha çok günümüzde de olduğu gibi “antrenman” karşılığı kullanılırsa da meşrutiyet ve erken cumhuriyet dönemlerinde “spor” anlamı da yüklenmiştir. Spor teriminin Türkçedeki ilk kullanımı 1895’te İkdam gazetesinde yayınlanan bir yazıyla olmuştur. “Sport” başlıklı yazıda, İngiltere’de yeni gelişen ve hızla yayılan bir akım olarak sporun anlamı ve nelerin spor olduğu anlatılmaktadır.
Sportif Hareketlerin Kökeni ve Farklı Yaklaşımlar
Eski çağların vücut hareketleri, insan, hayvan ve doğa ile girilen mücadelede ihtiyaç duyulan uygun savunma ve saldırı teknikleriyle en temel faaliyet olan avlanmaya yöneliktir. Bunun için insan başlangıçta sadece vücudunu ve uzuvlarını kullanmak zorunda kalmıştır. İlkel vücut hareketleri arasında önceliği insanın yer değiştirme şekli olan yürüme ve koşmanın alması doğaldır. Yürümenin daha avantajlı şekli olan koşu, zamana bağlı olarak kendisine yüklenen anlam ve beklenen işlevleriyle insanın günümüze kadar önemini hiç yitirmeyen doğal hareket formlarından biridir. İnsanın gıda temini için avını kovalayarak yakalaması, güvenliği için kendini kovalayandan kaçması onun koşu performansıyla ilişkilidir. İnsanlığın başlangıcıyla yaşıt olan bu olgu, Prehistorik kaya ve mağara resimlerinde sıkça betimlendiği gibi insanı zorunlu olarak ve farkında olmaksızın koşucu yapmıştı.
Benzer biçimde, insanın hayvanlarla ya da kendi cinsiyle giriştiği yakın mücadelede rakibini kendi vücut ağırlığı ve kas gücü ile alt etme çabaları güreş benzeri hareketlerin ilk evreleri olarak değerlendirilebilir. Doğal olarak bu tür yakın mücadelelerde insan en tabii savunma ve saldırma aracı olan el ve kollarını etkili bir şekilde kullanmak için kolun itme ve savurma gücünü de katarak sıkılı yumruğuyla boks sporunu hatırlatan vurma şekillerini de denemiş olmalıdır.
Tarihsel hareket formları arasında hangisinin “sporun kökeni” bakımından ilk bilinçli egzersizlerebaşlangıç sayılabileceği konusunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır.
İdealist tarih görüşüne göre ilk sportif egzersizler zorunlu gereksinimlerden değil, zihnin yaratıcı zenginliğinden kaynaklanan, duygusal ve sosyal olarak biçimlendirilmiş, amaçlı bedensel hareketlerdir. Bu bakış açısından ilk bilinçli sportif hareket formları büyüsel–ayinsel danslardır. Kanıt olarak avcı toplayıcı toplulukların Taş Devri’nden kalma çok sayıda mağara resimlerindeki dans sahneleri gösterilmektedir.
Materyalist tarih anlayışına göre ise sportif egzersiz, belirli bir hareket formunun veya kombinasyonunun, uygulama öncesi bilinçli olarak tasarlanmış bir amaç doğrultusunda tekrarlanmasıdır. Bu nedenle, tasarlanmış bir amacın bilincinde olmadıkları için hayvanların içgüdüsel fiziksel aktiviteleri oyun olarak kabul edilebilse de asla kelimenin tam anlamıyla sportif aktivite sayılmazlar. İnsanın bedensel hareketleri, hayvanların içgüdüsel formlarından ayrıca alet kullanımı bakımından da ayrışmaktadır. Materyalist tarih anlayışı, bu özelliklerinden hareketle sportif aktivitelerin, iş/üretim sürecinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Materyalist görüşe göre, avın ele geçirilmesinde asıl yöntem av büyüsü değil, somut av uygulamalarıydı. Benzer biçimde isabet becerisi de mağara resimlerini çentiklemeyle değil, mızrağın bizzat avda kullanımıyla edinilebilirdi. Dolayısıyla mızrak av öncesi deneme amaçlı kullanılmış olmalıydı. İlkel avcıların bu nedenle hedef edindikleri asılmış hayvan postlarına veya duvarlara çizilen hayvan resimlerine atış yaptıkları düşünülmektedir. Nitekim Fransa’da bulunan bazı mağaralarda, çamurla biçimlendirilmiş, üzerlerinde belirli mesafelerden atılmış mızrak izleri bulunan hayvan kabartmalarına rastlanmıştır.
Mızrak (Cirit) atma ve dans insanlığın en eski egzersizleri olarak değerlendirilebilir. Daha erken vedoğal hareket formları olan koşma ve tırmanma için ilkel topluluklarda ön alıştırma denemelerinin varlığından bahsedilemez. Buna karşın, ciritle hedefe isabetli atış, bilinçli bir faaliyeti gerektirmekte ve ancak uzun süreli alıştırmalarla beceri kazanımı söz konusu olabilmektedir. Atış egzersizleri, insanın sadece en eski bedensel aktiviteleri değil, aynı zamanda sadece insana özgü bedensel alıştırmalardır. Koşma, sıçrama, tırmanma ve yüzme hareketlerinde hayvanların insan karşısında belirgin bir üstünlüğü söz konusu iken insan planlı atış egzersizleriyle tartışmasız bir ustalık ve üstünlük kazanmıştır.
Avcı-toplayıcı yaşam tarzının ürettiği ve farklı atış tekniği gerektiren diğer bir alet bumerangdır.Bumerang, hedefe isabet ettirilemediği takdirde atana geri dönen ideal bir atış aracıdır. Geriye dönüşte çizdiği eğri her bumerangda farklılık gösterdiğinden, kullanıcı tarafından önceden özenli bir alıştırma, deneme evresine ihtiyaç duyulmaktaydı. Bumerang atışının, ilkel toplumlarda, egzersizin teknik ve yoğunluk derecesi bakımından zirveye ulaştığı bir fiziksel aktivite olduğu söylenebilir.
Neolitik Çağ, tarımın başladığı, tahılın depolandığı ve hayvanların evcilleştirildiği bir kültür evresi olarak tanımlanabilir. Neolitik Çağ ve sonrası şartların belirlediği yeni yaşam tarzının en önemli karakteristik özelliklerinden biri, yarattığı serbest zamandır. Bu süreç, sporun gelişmesi için elverişli bir ortam hazırlamış; insanın, o zamana kadar tek “yaşama aracı” olan avlama-toplamaya dönük temel bedensel eylemlerini spor gibi alanlara kaydırılabilmesinin maddî-teknik temellerini oluşturmuştu.
İnsanın ilk zamanlardan bu yana doğayla giriştiği mücadele esnasında geliştirdiği araç, beceri ve tekniklerin benzetim yoluyla serbest zamana uygulanması sporun gelişiminde de önemli rol oynamıştır. Süreç, en net biçimde Tunç Çağı sonrası izlenebilmektedir. İlk spor uygulamaları, imtiyazlı sınıfların serbest zaman meşguliyetleri olarak Tunç Çağının Sümer, Mısır gibi ilk büyük devlet organizasyonlarında ortaya çıkmıştır.
İnsan vücudunu fiziksel ve fizyolojik açıdan yüksek bir verimliliğe ulaştıran bu tür faaliyetler, zamanla, toplumların hayat şart ve tarzları, dini inançları, üzerinde yaşadıkları toprakların coğrafî yapısı ve iklimi gibi çeşitli faktörler tarafından etkilenerek, spor türlerinin değişik yön ve ağırlıklarda biçimlenmesine sebep olmuştur. Sporun Antik Çağda ulaştığı anlam, kapsam ve organizasyon zenginliği bu sürecin sonucudur.
Antik Çağ’da Beden Eğitimi, Spor ve Olimpiyat Oyunları
Antik Yunan’da eğitimin hedefi ‘güzel’ (kalos) ve ‘iyi’ (agathos) insan yetiştirmeye yönelikti. İnsanın fiziksel, zihinsel ve ahlaksal mükemmeliyetini; etik ve estetik niteliklerin uyumlu bütünlüğünü vurgulamaktaydı.
Girit-Miken Dönemi
MÖ 1600’den itibaren, Batı topraklarındaki ilk yüksek kültür Ege Bölgesi’nde gelişti. Girit etkisi bu kültürü belirleyici bir şekilde biçimlendirdi. Aristokratik yaşam tarzının belirgin özelliği, yarışmacı temel tutum ve davranışları içermesiydi. Bu dönemde ideal insan tipini, “başarılarıyla şan ve şöhret kazanmış kahraman” oluşturuyordu. Aristokratik dünya görüşü, fiziksel performansa yüksek değer veriyordu. Bu nedenle spor öncelikle yarışmaya yönelikti. Spor disiplinleri, savaşçılık ve avcılık kaynaklıydı. Bu çerçevede; araba yarışları, koşu, silahlı koşu, güreş, boks ve okçuluk yarışmalarına rastlanmaktadır. Yarışma nedenlerini; boş zaman değerlendirme, misafir onurlandırma, düğünler, matem törenleri, dinsel ayinsel ve festival organizasyonları oluşturuyordu.
Arkaik Dönem
Milattan önceki 8. yüzyıldan başlatılan Arkaik Çağın spor tarihi bakımından, özel bir önemi vardır. Bu önem, geçmişinin daha gerilere gittiği düşünülen antik olimpiyat oyunlarının Arkaik Çağın hemen başlarında MÖ 776’da sayılmaya ve şampiyon adlarının kayıt altına alınmaya başlanmasından ileri gelmektedir. Arkaik Çağ soyluları düşüncesinde yaşamın asıl hedefi şan ve itibardır. Arkaik Çağ, ideal insan tipinin yetiştirilmesi sürecinde spor değerlerin ve becerilerin kazanılması ve sergilenmesinde önemli bir işlev görüyordu.
Arkaik Çağ değerler sistematiği yarışmacı spora yüksek değer verildiğini göstermektedir. Kendi aralarındaki sportif yarışmalarda cesaret ve fiziksel beceriler sergileniyor ve kanıtlanıyordu. Düzenli antrenmanlarla güçlü bir fiziksel yapı oluşturuluyordu. Bu açıdan spor, yalın askeri hazırlık veya savaş eyleminin benzetiminden daha fazlasını ifade ediyordu. Kaynaklar geniş spor branşları yelpazesini belgelemektedir: Değişik mesafelerde koşular, silahlı koşular, araba ve at yarışları, disk ve cirit atma, güreş, boks, okçuluk ve uzun atlama.
Bütün oyunlar önceleri yerel dinî cemaatlerin dinsel festivalleriydi. En geç MÖ 6. yüzyılda ancak tüm Yunanlar için anlam taşıyan organizasyonlara dönüştüler. Olimpiyatların sayımı ilk MÖ 776’da şampiyonların resmen listelenmesi ile başlamıştı. Bu zamandan itibaren olimpiyat oyunlarına ilişkin bir dizi karakteristik özellik görülmektedir: Dört yıllık dönemlerle organize ediliyorlardı. Olimpiyat kavramından iki olimpik oyun arasındaki zaman dilimi anlaşılmaktaydı. Oyunların organizatörü Elis halkıydı. Hakemleri bunlar belirliyorlardı ve politik tarafsızlıkla yükümlüydüler. Yarışmalar dinsel festivallerin bir parçasıydı. Yarışmalar, tanrılara sunulan bir adak, zafer tanrısal onurlandırma anlamına geliyordu. Katılım hakkı sadece hür Yunanlara aitti ve katılımcı çevresi ilk iki yüzyılda zorunlu olarak soylularla sınırlıydı. Dinsel nedenlerle evli kadınların aktif ve pasif katılımları yasaklanmıştı. Kutsal Barış (Ekecheiria), oyunlar süresince silah bırakışmayı garantiliyordu.
Klasik Çağda Eğitim ve Spor
Demokratik şehir devleti için vatandaşının eğitim düzeyi yaşamsal öneme sahipti. Sistemin işlemesi, genel olarak yüksek bir eğitim düzeyini şart koştuğundan birçok site devletinde, Atina örneğine göre, 7-18 yaş erkek çocuklar için, devlet tarafından teşvik edilen ve denetlenen bir okul sistemi geliştirildi. Sistem, temel dersler (okuma, yazma, dilbilgisi, hesap, resim), müzik (dans, şarkı söyleme, telli sazlar ve flüt çalma, edebiyat) ve cimnastik(güreş, koşu, cirit atma, disk atma, boks, okçuluk, top oyunları, pankrasyon, silahlı koşu) olarak üç temel alan üzerine kurulmuştu. Atina okul sistemiyle Batı topraklarında ilk kez bir beden eğitimi sistemi oluşuyordu. Ancak, ne Atina ne de diğer şehir devletlerinin çoğunda genç kızların eğitimi bu sistemde söz konusu değildi. Bunun tek istisnası Sparta idi.
Klasik Çağ sonunda cimnastik, insanın bütünsel eğitiminde üstlendiği asıl eğitim fonksiyonunu kaybetmiş, sadece sağlığın kazanılması ve korunması için bir araç konumuna indirgenmişti.
Helenistik ve Helen-Roma Dönemi
Sporun ve olimpiyat oyunlarının en önemli unsurlarını oluşturduğu Yunan kültürü için sonun başlangıcı Makedonlarla geldi. Büyük İskender MÖ 336-323 arası önce birbirleriyle didişen site devletlerini, ardından da bilinen dünyanın önemli bir bölümünü ele geçirdi. Büyük İskender ile birlikte Yunan vücut kültürü dünyaya yayıldı. Sağlıklı yaşama bilgisi (diyetetik) anlayışının geliştiği Helenistik Çağ’da, içinde beden eğitiminin de önemli bir rol oynadığı eğitim-öğretim büyük anlam kazandı. Cimnastikte “sağlığa yönelik beden eğitimi” anlayışı hâkim olduğundan,yarışmacı cimnastik ihmal edildi.
Roma hâkimiyeti (MÖ 148) Yunan dinsel ve düşünsel dünyasının çöküşüne yol açtı. Kutsal alan zaman içinde defalarca yağmalandı. Milattan sonraki döneme geçildiğinde oyunlar hakkındaki bilgi akışının da iyice azaldığı görülmektedir. Son düzenli oyunların MS 261’de organize edildiği düşünülmektedir. MS 385’te düzenlenen 291. oyunlarda boksta zafer kazanan Pers Varazdates, adı günümüze ulaşan son antik olimpiyat oyunları şampiyonudur. MS 380’de Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul eden Roma İmparatoru 1. Theodosius, kısa süre sonra artık putperest uygulamalar olarak görülen olimpiyat oyunlarını yasakladı (MS 393). Böylece 293 olimpiyat oyununa sahne olan Olimpiya’nın kapıları 1170 yıl sonra kapanmıştı.
Yeniçağ’da Beden Eğitimi ve Öncüleri
Hristiyanlığın MS 380’de Roma İmparatorluğu’nda devlet dini olarak kabul edilmesi ile başlayan süreç sonucu Ortaçağ boyunca hâkimiyetini sürdürecek olan skolastik düşünce yapısı Avrupa’daki eğitim sistemini de kökünden değiştirmiştir. Tek eğitimcinin kilise olduğu bu dönemde bedene özen göstermenin şeytan işi olarak tanımlanması, her türlü beden faaliyetinin okul içi ve dışında kaybolmasını beraberinde getirmiştir.
Rönesans’tan Aydınlanma’ya Beden Eğitimi
Hümanist eğitim idealinin dayanak noktasını Klasik Çağ oluşturur. 15. ve 16. yüzyıllarda hümanistöncüler vücut ve ruhun dengeli eğitimine dikkati çekerek, bin yıllık bir aradan sonra okul bedeneğitimi fikrini yeniden uyandırdılar. 15. Yüzyıl başlarında ilk beden eğitimi öğretmeni olarak adlandırılabilecek VittorinoFeltre, Antik Yunan eğitim anlayışına uyarak, ruh ve bedenin dengeli eğitimini, Spartalıların irade disiplinini, basit giyim ve dengeli beslenmeyi esas almış ve modern eğitimin yolunu açmıştır.
16. yüzyılda İtalyanlar; eskrim, binicilik ve dans üzerine resimli kitapları ve dersleri ile tüm
Avrupa’ya yol göstermişlerdir. Cimnastik ve beden eğitimi üzerine yayımlanan ilk eser olanDe ArteGymnastica(Cimnastik Sanatı), 1569’da İtalya’da yayınlanmıştır.
Avrupa’da 17. yüzyılın ikinci yarısıyla, 19. Yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan Aydınlanma Dönemi,Rönesans’ta yaşanan gelişmelerin sistemleştirilip temel ilkelere dönüştürülmeye başlandığı dönemdir.Fransız Aydınlanmasının en önemli temsilcisi Jean Jacques Rousseau, pedagojide kalıcı bir dönüşüme yol açacak olan “Emile” adlı eserinde sadece eğitim değil, beden eğitimi için de model haline gelecek fikirler aktarmıştır. Oyun ve egzersizlerle vücut ne kadar güçlenir, duyu organları ne derece keskinleşirse çocuk o derece akıllı ve becerikli hale gelebilirdi. Rousseau, eserinde beden eğitimi programının ana hatlarını çizerek, modern beden eğitimi için teorik temeli atmış, her okulda bir jimnastik alanı ve vücut çalışmaları için bir meydanın bulunmasını istemiş ancak uygulamayı başkalarına bırakmıştır. Rousseau’nun fikirlerini kendi eğitim kurumunda kullanan Pestalozzi, basitten karmaşığa doğru giden “basamaklama” metodunu beden eğitiminde bir prensip haline getirmiştir. Pestalozzi’ye göre cimnastik yalnızca fiziksel değil, zihinsel ve ruhsal gelişime de katkıda bulunan, estetik ve ahlaki gelişimi sağlayan bir araçtır.
Yakın Çağ’da Cimnastik Akımları ve Modern Sporun Doğuşu
Avrupa’da asıl değişim 18. yüzyıl sonlarında başlayan Endüstri devrimi ile olmuştur. Dünyanın iktisadi merkezi olan İngiltere’de ortaya çıkan Endüstri devrimi eğitim ve okulculuk alanlarında olduğu gibi beden kültürünü de anlam ve organizasyon biçimleri bakımından değiştirmiştir. 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren vücut kültürü Avrupa’da farklı ülkelerde, farklı model ve sistemlerle kurumsallaşarak okul programlarında ve sosyal hayatta kendine yer bulmaya başlamıştır.
19. yüzyıl başlarında Avrupa’da ortaya çıkan iki ana cimnastik akımının da öncelikli hedefi ülke savunması ve toplumun beden eğitimi yoluyla ayağa kaldırılmasıdır.
Vatanseverlik hayalleriyle ülkesinin insanlarını “turnen” diye isimlendirdiği cimnastiklerle zihinsel ve fiziksel bakımdan geliştirmeyi amaçlayan Friedrich Ludwig Jahn (1778-1852) Almanya’da philanthroplar ile geniş bir uygulama alanı bulan beden eğitimi ve jimnastiğin gelişimini tamamlayarak doruk noktasına ulaştıran kişi olmuştur. Jahn’ın cimnastiğinin doğasında bir sistematik olmadığı gibi okul jimnastiğine de oldukça yabancıdır. Önemli olan, açık havada aktif ve toplu yaşam ile özellikle oyunlar yoluyla çocukların uyum içinde çalışmaları ve gerektiğinde ülkelerine hizmet etmeleridir. Öğrencisi ErnstEiselen ile birlikte 1816 yılında hazırladığı “Alman Cimnastik Sanatı” adlı eseri Alman halk cimnastiğinin esasları ve özellikleri hakkında güçlü bir kaynaktır. Jahncimnastiğinin temel hareketlerini; duruşlar, yürüyüşler, koşular, aletli ve aletsiz sıçramalar, aletli ve ipli atlamalar, aletli denge hareketleri, çeşitli barlar üzerinde salınma, sekme egzersizleri, aletli ve ipli tırmanmalar, aletli atma egzersizleri, ateşli ve ateşsiz silahlarla atış talimleri, çekme, itme, kaldırma, taşıma, dambıl ve güreş egzersizleri oluşturmaktadır. Kurduğu açık hava cimnastik alanında; yüksek atlama, koşu yarışları, mızrak fırlatma çalışmaları yapılırken, atlama beygirleri, paralel ve dikey barlar, denge aletleri, tırmanma ağaçları, merdiven iskeleler, sırıklar ve iplerle yapılan aletli egzersizler göze çarpmaktadır. Jahn’ın geliştirdiği beden eğitimi sistemi ırksal üstünlük, halk sağlığı ve askeri eğitim olmak üzere üç temel üzerinde yükselmiştir. Turnen, bütün Almanları kuvvetli ve çevik yapmak, bir sonraki savaşa hazırlamak için geliştirilmişti ve turnen cimnastikçileri kendilerini bütün Almanların askeri ve politik öncüsü olarak görmekteydi. Jahn hayattayken ve öldükten sonra cimnastikçileri bütün savaşlarda aktif olarak yer almışlardır. Felsefi temelleri yurt savunması ve vatanseverliğe dayanan Alman cimnastiği başta Alman sömürgelerinde olmak üzere farklı ülkelerde kendisine taraftar bulmuştur. Alman cimnastiğinin günümüzdeki karşılığı artistik ve aletli cimnastiktir.
Köklerini bulduğu cimnastiğin form ve güzellik üzerindeki etkilerinin uyandırdığı fikirler ve aynı dönemde Fransız Devrimi’nin etkisiyle oluşan milliyetçilik akımları PehrHenrikLing’de İsveç halkının eski güç ve kudretini cimnastik yoluyla tekrardan kazandırma isteğini uyandırmıştır. Cimnastiğin gelişimi için bir enstitü açma girişiminde bulunmuş, 1813’te Stockholm’de Kraliyet Merkez Cimnastik Enstitüsü’nün kurulmasına izin verilmiştir. Kuruluşundan itibaren ölümüne kadar 25 yılı aşkın bir süre Enstitünün direktörlüğünü yürüten Ling, hayallerini tam olarak yerine getiremese de takipçilerinin felsefi bir bütünlük içinde inşa edecekleri sistemin zeminini hazırlayarak 3 Mayıs1839’da dünyaya veda etmiştir. İsveç cimnastiğinde amaç, mümkün olan en iyi biçimde vücudun dengeli ve uyumlu gelişimini tasarlanmış özel hareketler yardımıyla doğa ile ahenk içinde sağlamaktır. Bu gelişimin temelini Ling’in doğadaki her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu düşüncesi oluşturmaktadır. Ling’in felsefesi doğrultusunda İsveç cimnastiği dört ana bölüme ayrılır: pedagojik, tıbbi, askeri ve estetik cimnastik. Pedagojik cimnastik, okul öğrencileri için gerekli ve eksiksiz serbest egzersizleri; tıbbi cimnastik, hastaların ve sakatların tedavi esnası ve sonrasında uyguladıkları egzersizleri; askeri cimnastik, güreş, eskrim ve askeri alıştırmaların formlarını; estetik cimnastik ise vücut sağlığı için dolaşım ve sinir sistemleri ile iç organlar için yapılan serbest egzersizleri kapsamaktadır. İsveç cimnastiği temelinde aletsiz uygulamalardan oluşmakla beraber aletler ancak gerektiğinde yardımcı unsurlar olarak kullanılmak üzere ikinci derecede vasıtalardır. Aletlere dayanmaması bakımından İsveç cimnastiği, Alman cimnastiği ile taban tabana zıttır. İsveç cimnastiği uygulamaları temel olarak üç bölümden oluşur: düzen alıştırmaları ile yürüyüşler, asıl cimnastik hareketleri ve oyunlar. İsveç cimnastiği ana unsurları ve içeriği bakımından bebek, çocuk, genç, yaşlı, erkek, kadın, sağlıklı, hasta, sakat olmak üzere toplumun her kesiminden insana; açık ya da kapalı mekânlarda, bir odada ya da bir stadyumda; bireysel, toplu ya da kitlesel olarak; herhangi bir alet ya da araç ihtiyacı olmadan uygulanabilirliği ve içerdiği spor formundaki egzersizleri bakımından getirdiği avantajlarla 19. yüzyılın sonlarına doğru Alman cimnastiğinin önüne geçmiştir.
Modern Sporun Doğuşu
18.-19. yüzyıllar süresince kendini daha önceki fiziksel aktivite formlarından ayıran modern sporun temel prensipleri, İngiltere’de, aydınlanmanın rasyonel düşüncesi ve endüstriyel toplum düzeninden köken alarak gelişmiştir. Bu özellikler yüksek performans çabası (performans prensibi), performansı kıyaslama eğilimi (rekabet prensibi) ve en yüksek performansın ölçülerek kayıt altına alınması düşüncesidir (rekor prensibi).
Günümüzdeki modern spor anlayışının ortaya çıkışı ise ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren olmuştur. Bu değişimi getiren ve tetikleyen kuşkusuz Endüstri Devrimi’dir. Endüstri Devrimi’nin sosyal anlamda üç büyük etkisi olmuştur: Şehirleşme, sanayileşme ve kitlesel iletişim.
Spor yapmak ve seyirci olarak katılmak, şehirli hayatına uyum sağlamaya çalışan göçmenlerin arkadaş edinmesini sağlıyor, tatmin edici olmayan iş yaşantısından uzaklaşmayı ve şehrin sınırlılıklarından kurtulmayı beraberinde getiriyordu. Dönemin sosyal reformistleri ise sporun halk sağlığının korunması ile karakter ve ahlak üzerindeki olumlu etkilerini, hızla şehirleşen insanlar için bir çözüm yolu olarak sunuyorlardı. Değişen sosyal yapı; fiziksel egzersizleri, kurallı, rekabetçi, yarışmaya dayalı bir forma sokmuş ancak geleneksel yapıda yer alan şövalyelik ruhu ve centilmenlikten asla vazgeçilmemiştir. Devrimin en ilginç etkisi ise spor etkinliklerinin bir zaman çizelgesi ile düzenlenmesini sağlamasıydı.
Sporun İngiltere’de doğuşu ve yaygınlaşmasındaki bir diğer etmen ise okul sporlarıdır. Özellikle takım sporlarının karakter gelişiminin aracı olarak kullanılması bilinçli bir beden eğitimi hamlesini başlatmıştır. İstenen reformu 1828-1842 yılları arasında Rugby Koleji’nin direktörlüğünü yapanThomas Arnold gerçekleştirmiştir. Arnold, okul sporları yoluyla öğrencilerinin manevi niteliklerini geliştirmek, sorumluluk anlayışı kazandırmak, toplumsal hayata sokmak ve yaşam pratiği sağlamak istemiştir. Sporun yayılması, İngiliz kolej ve üniversitelerinin örgütlenmesi ile kolaylaştırılmıştır. Arnold örneği izlenerek üniversite ve kolejleri temsil eden takımların karşılaştırılması düşüncesi sporun atılım yapmasına ve ortak kuralların uygulanmasına yol açtı. Bu rekabetin en tanınmış örneği, ilk 1829’da yapılıp 1856’dan itibaren günümüze kadar her yıl düzenlenen Cambridge ve Oxford takımları arasındaki kürek yarışlarıdır. Eğitim yoluyla spor kültürünün ülke geneline yayılması, çeşitli sporların İngiltere’nin her yerinde uygulanacak ortak kurallara bağlanması ve sonrasında diğer ülkelerce de benimsenmesiyle sonuçlandı.
Modern Olimpiyatların Kuruluşu
Antik Olimpiyat Oyunları, bin yılı aşkın bir süre devam ettikten sonra MS 4. yüzyılda Romalılarca yasaklanmıştı. Oyunlarının yeniden canlandırılması düşüncesi Baron Pierre de Coubertin’in çabalarıyla hayat bulmuş, modern olimpiyatların ilki 1896 yılında başlatılmıştır. Oyunlar halen, dünyanın en görkemli spor organizasyonu olarak varlığını devam ettirmektedir. Modern olimpiyatların kuruluşuna yol açan faktörler olarak; Rönesans döneminde antik olimpiyatlardan bahseden antik eserlerin ortaya çıkışı, antik eserlerden etkilenen Rönesans yazarlarının antik sporlar üzerine eserleri ve yarattıkları farkındalık, yerel olimpiyat denemeleri, olimpiyata ve olimpiyat oyunlarına seçkin ilgisi, Olimpia’nın bulunuşu ve arkeolojik kazılar, İngiltere’de sporun okul eğitiminde ahlak ve karakter gelişimi için kullanılması söylenebilir.
Baron Pierre de Coubertin (1863-1937) aristokrat bir ailenin çocuğu olarak Paris’te dünyaya geldi. Siyasal bilimler eğitimi aldıktan sonra pedagoji ve tarih çalışmalarına yöneldi. Fransız Devrimi ile gelen reformist düşüncelerin savunucusu olan Coubertin, Fransa’da reformun ancak eğitim yoluyla olacağını savunuyordu. Klasik Çağ Atina eğitim sisteminden etkilenmişti.
İngilizler sporu sosyal erdemlerin ve ahlaki davranışın kazandırılmasının bir aracı olarak kullanırken aynı zamanda yerel olimpiyat denemeleri de yapıyorlardı. MuchWenlock Olimpiyat Oyunları’nın kurucusu Brookes’un daveti üzerine oyunları izlemek için gittiği İngiltere’den yeni bir fikirle dönmüştü: Olimpiyat oyunlarını yeniden canlandıracaktı. Aynı yıl Almanların Olimpia’da yaptıkları sistemli kazıların sonuçlarını rapor halinde yayınlaması da Coubertin’i teşvik etmişti.
23 Haziran 1894’te Modern Olimpiyat Oyunları’nın hayata geçirilmesini ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) kurulmasını sağlamıştı. Barışa hizmet edecek, din, dil, ırk ayrımı olmayacak ve politik etkinliklere yer verilmeyecekti. Başlangıçtan itibaren olimpizmi bir barış hareketi olarak tanımlayan Coubertin’in hedefi spor yoluyla insanlığı yenilemekti. Antrenman ve yarışmalarlagençler fiziksel ve ahlaksal yönden mükemmelleşmeliydi. Ancak kurucusunun kırmızı çizgilerinedeniyle başlangıçtan beri sorun teşkil eden bazı problemler zamanla değişikliklere gidilmesinizorunlu kılmıştır. Bunlardan ilki Coubertin’in olimpiyat oyunlarına kadın sporcuların aktif katılımınıengellemesiydi. Ancak daha ikinci olimpiyat oyunlarında kadın katılımı iki branşta gerçekleşmişti. Süreç içinde görülen artış Coubertin’in ölümünden sonra hız kazanmış ve günümüzde neredeyse eşitlenmiştir. Diğeri ise amatörlük tartışmalarıydı. Modern sporların doğduğu İngiltere’debaşlangıçtan beri tartışma konusu olan amatörlük anlayışı özellikle atletlerin sporu bir maddi kazanç aracı olarak geçimlerini sağlama yolunda kullanmalarının “kişisel mükemmelleşme” anlayışıyla uyuşmayarak centilmenliği zedeleyebileceği düşüncesiydi. Bu düşünce de zaman içinde erozyona uğrayarak 20. yüzyılın sonlarına doğru tamamen ortadan kalkacaktı.
1896’da Atina’da başarıyla düzenlenen ilk oyunlar heyecan yaratmış, ancak 1900 Paris, 1904 St. Louis ve 1908 Londra Oyunları organizasyonel sorunlar nedeniyle başarısız olmuştu. İkinci ve üçüncü olimpiyatlardaki başarısızlığı fırsat bilen ve baştan beri oyunların sürekli olarak Atina’da yapılmasını isteyen Yunanlar, ilk oyunların 10. yılı anısına bir ‘ara olimpiyat’ düzenlemişlerdi. Oyunların sürdürülebilirliği ciddi tehdit altındayken imdada Stockholm yetişmiş, 1912 yılında İsveçliler oyunların devamını garanti altına alacak muazzam bir organizasyon gerçekleştirmişlerdi.