“ SİMİT ve CONS ”

– Şu gelen Bayan Red Kit değil mi?

Dönüp baktım. Evet, gelen oydu. 1.50 boyu, 42-43 kilo civarındaki ağırlığı ve her teneffüste dudağının ucunda tüttürdüğü sigarasıyla bütün Fevzipaşa İlkokulunu korkudan titreten cırtlak sesli Bayan Red Kit. Neredeyse kendisiyle yaşıt kahverengi el çantası kolunda söylene söylene gelirken okul bahçesine bakan çıkmaz sokağın köşesinde ve atlarımızın (at dediysek kuru gündöndü sopası) üstünde bizim koca kafa Selman’ı bekliyorduk. Bayan Red Kit’ e görünmemek için atlarımızı çıkmaz sokağa döndürüp İbrahim’lerin bahçeye sürdük. Okulun bahçesi ve bahçe duvarının, çepeçevre tüm dış sokağında gördüğü her çocuğu, okulun öğrencisi olsun olmasın azarlayan ve uzun tırnağıyla kulak memesini sıkıştıran bu yaşlı kadının namını o yıllarda tüm Edirne duymuştu.

Atlarımızı bahçedeki çeşmenin yalağına bırakıp salona girdik. İbrahim geçen yaz sünnet düğününde babasının taktığı içi gece mavisi renginde siyah deri kordonu olan Ovaras marka kol saatine bakarak “Başlamak üzere” dedi ve televizyonu açtı. Maskeli Süvari’den sonra en çok sevdiğimiz dizi olan Simit ve Cons’u izlemek için yer minderlerine kurulduk. Henıbıl Heys ve Kid Köri. Vahşi Batı’nın gelmiş geçmiş en azılı haydutlarıydılar. Şimdiye kadar bir sürü banka ve tren soydukları halde hiç kimseyi öldürmediler. İbrahim Simit, bende Cons oluyordum. Selman olmadan huzurla ve büyük bir coşkuyla oynadığımız tek oyunumuzdu. Dizimiz başlamış ve biz adeta nefes almadan izliyorduk. Hanife Teyzenin bir tepsi içerisinde getirip önümüze koyduğu ikişer dilim salçalı ekmek ve birer bardak erik hoşafını bile Hanife Teyze “Hala başlamamışsınız” dediğinde görmüştük. Ekmekleri ve erik hoşafını mideye indirdikten sonra tekrar sokağa fırladık. Tetiğiyle horozu arasındaki yay yükünü paket lastiğiyle sağlayan, annelerimize pazardan yalvar yakar aldırdığımız Smith Wesson oyuncak tabancalarımız belimizde, bu oyunu bizden başka kimse sevmediğinden hayali banka çalışanlarına, tren görevlilerine ateş ede ede sokağı arşınlayıp durduk bir müddet. İkindi ezanını duyunca Vahşi Batı’da değil de Edirne’de olduğum aklıma geldi. İbrahim’e veda edip atımı bizim sokağa doğru dörtnala sürdüm. Nefes nefese bizim sokağa döndüğümde, her zamanki gibi Candemir Ağabeyi Tarzan Bakkaliyesinin önünde, bir gece önce izlediği maçı bire bin katarak anlatırken buldum.

Bakkalın önü epey kalabalıktı. Aynı maçı izlemiş olsalar bile Candemir Ağabeyin bire bin kattığını bile bile gene dinliyorlardı. Korneri atacak futbolcuya topu kendi vermiş, gol olduğunda kale arkasında fotoğrafı çeken muhabir kendisiymiş gibi yaşayarak anlatırdı Candemir Ağabey maçları. Kalecinin takım arkadaşlarına köşe vuruşu kullanılırken nerede duracağını göstermesini, frikiği atacak futbolcunun yere sümkürmesini bile gösterirdi anlatırken bize… Hem göze hem kulağa hitap ederdi. Futbolu anlatmayı seviyordu kanımca. Dün geceki maçta Milli Takımımızın yediği dördüncü golü anlatırken bende aralarına katıldım. Bakkalın içine girip elinde siyah çizgileri olan sarı renkte plastik bir topla geri döndü. Belli aralıklarla yaptığı gibi göbeğinden dolayı düşen pantolonunu yukarı çekti. Bana “ Fuat; şu topu sağımdan ayağıma atta usulca, ben gelişine vurayım be kadam ” dedi. Candemir Ağabey akranlarından epeyce kilolu, tıknaz, fiziken Hababam Sınıfındaki Domdom’a benzeyen, pembe yanaklı oldukça kuvvetli bir ağabeyimizdi. Ve hararetle, yaşayarak anlatmaya başladı. “Onların yedi numarası böyle sağdan aktı gitti ortayı yaptı ”dediğinde ben topu usulca onun sağ ayağına attım. Candemir Ağabey doksan kilonun gücüyle Yaradana sığınıp plastik topa öyle bir vurdu ki…

Top gitti; Candemir Ağabey başta olmak üzere ekipteki aynı yaş grubunda olan çocukların okuduğu okulun müdürü olan Adnan Bey’in oğlu ve bakkalın önündeki ekibin de en uzun boylusu olan Ayberk’in suratında patladı. Topun vurmasıyla Ayberk Ağabeyin gözlük paramparça oldu. Bir müddet gözlerini açamadı. Ama ona asıl koyan, başta içten içe uyuz olduğu Candemir ve mahallenin tıfıllarının gayri ihtiyari kahkahaya boğulmasıydı. Uzun süredir diş bilediği Candemir ağabeye oldukça sert bir yumruk attı. Candemir ağabey hem suçlu hissetmenin hem de ne olduğunu tam anlayamamış olmanın şaşkınlığıyla afalladı ve karşılık vermedi. Bundan ve mağdur olmanın verdiği öfkeden cesaret alan Ayberk ilk yumrukta dudağını patlattığı Candemir’in bu sefer burnuna oldukça sert bir yumruk attı. Candemir ağabey karşılık vermediği gibi özürler dileyerek ortamdan kaçmaya meyil ediyordu. Daha da cesaretlenen Ayberk ağabey “attıracam lan babanı okuldan, gör sen. Akşama babama söyleyeyim, kovsun babanı okuldan” diye bağırarak sokağı inletiyordu. Bakkalın araya girmesiyle oradan uzaklaşan Candemir Ağabey gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Elini yüzünü yıkayan Ayberk Ağabey, iki yumruk atmasına rağmen öfkesi geçmemiş çevresindeki 6-7 küçük çocuğun hayran bakışları arasında daha da gaza gelip babasının müdürü olduğu ortaokulda, hademe olarak çalışan Candemir ağabeyin babası Hayri Amcayı okuldan kovduracağını bas bas bağırıyordu. Giderek artan öfkesi Ayberk ağabeyi daha da yıkıcı ve gaddar yapıyordu. Bununla da kalmayıp sokaktaki evlerin duvarlarına, pembe yanakları ve şişmanlığıyla ilgili abartılı, aşağılayıcı, çirkin şekiller çizip, üstüne pembe, boğa Candemir yazdırıyordu.

Etrafındaki, 6-7 çocukta hemen onun dümen suyuna girmiş, onunla beraber  “pembe boğa Candemir” diye bağırıp alkışlarla tempo tutuyordu. Meydanı boş bulan Ayberk Ağabeyin bu yıkıcı öfkesi, kini ben de bir şeylerin yanlış olduğu düşüncesini doğurmuştu. Onlara katılmadım. Ayberk Ağabey “ Candemir şimdi gelecek olsa, o korkak gelemez ya diyelim ki gelecek olsa. Kim benden taraf olur?” diye sorduğunda o 6-7 çocuk hep birlikte el kaldırmış, gururu okşanan Ayberk gemi iyice azıya almıştı.

Bir terslik olduğunu sezinliyor, o bağırış-çağırışa katılmıyor, diğer çocukların çoğu gibi o aşağılayıcı pis şeylere gülemiyordum. Bu sessizliğim Ayberk Ağabeyin dikkatini çekti, çok geçmeden. Uzaktan bana dönüp sinir bozucu bir gülümsemeyle, aynı soruyu sordu. “Candemir intikam almaya geldiğinde sen kimden yana olacaksın Fuat?” Candemir Ağabeyi daha çok seviyordum. Bizimle arada sırada kovboyculuk oynaması, birebir yaşayarak maç anlatmaları, okulda sataşan olursa haberim olsun diyerek bizi sahiplenmesi, ağabeyliğini hissettirmesi gözümün önüne geldi. Sadece bana değil, şimdi onun aleyhine “Şişko Candemir, Boğa Candemir, Pembo Candemir”diye bağıran çocuklara karşı da öyleydi. Öyleydi ama bu çocuklar bunu çabuk unutmuştu. Ortada bir haksızlık vardı. Kazayla olan ve tamamen ikisini ilgilendiren bu tatsız olay sanki herkesi ilgilendiriyormuş gibi davranan Ayberk Ağabey, içten içe nefret ettiği ve küçümsediği Candemir ağabeye fena halde haksızlık yapıyordu. Ben bunları düşünürken Ayberk Ağabey sorusunu tekrarladı aynı sinir bozucu gülüşüyle. “Ee Fuat sen ne diyorsun? Candemir intika…”o anda Kıyık semtinin en dar sokaklarından biri olan Asmalı Sokağın duvarları daha da daralıyor beni içinde boğuyordu. Üzerine basa basa tekrarladığı sorusunu duymuyor ama o sinir bozucu gülüşten ve tiksindirici bakışından kurtulamıyordum ki sokağın başından babamın sesini duydum. “Fuaaat, gel yardım et bakalım.” Bütün gücümle koştum. Babamın bana uzattığı içi üzümle dolu kesekâğıdını kucakladım.

Eve doğru gelirken onlara doğru bakmadan babama Simit ve Cons’un bu bölümde treni nasıl soyduklarını, trendeki yolculardan bir kadının bizim okuldaki Bayan Red Kit’e ne kadar benzediğini anlattım. “Ya bizim köye gittiğimiz treni de soyarlarsa ne yaparız? “ deyince hem babamı hem kapıda bizi karşılayan annemi güldürdüm. Kucağımdaki kesekâğıdını mutfağa bırakmak için girdiğimde sadece tarhananın ve köftenin değil, huzurunda kokusunu duydum. Mutfak camından; aynı bahçeye açılan kapılarımız nedeniyle kapı komşusu olduğumuz Candemir ağabeyi, erik ağacının altında çömelmiş hıçkıra hıçkıra ağlarken gördüm. Annesi Sevim Teyze “Ne oldu oğlum? Anlatsana yavrum” diye yanı başında sorular sorup başını okşuyordu.  Sıcacık bir eli ensemde hissetmemle annemin “haydi çorban soğuyacak, ellerini yıka” dediğini duydum.

*Gündemden biraz olsun sıyrılmak hepimize iyi gelecektir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
error: İçerik korunmaktadır !!