Yarım kalanlar kataloğu

Sucuğu tavada pişirip öyle koydu tost makinesindeki ekmeğin içine. İnce kesilmiş kaşar peyniri ve yarım ekmeğin tüm iç alanına özensizce sürülmüş domates salçasının arasına yatırdı, uzunlamasına kestiği pişmiş sucuk dilimlerini. Soğuk bir kış gecesinde  sobası yanmayan bir odada battaniyenin içindeki sıcaklığı hissetti, eriyerek sucuğa sarılan ince kaşar peynirini görünce. Ağzının suyu, eline elinden de yanağına değince uyandı. Veganlığının birinci ayı dolmasına rağmen üçüncü defadır kaşarlı, sucuklu rüya görmesi hayra alamet değildi. Kalktı, elini yüzünü yıkadı saat on bir oluyordu neredeyse. Fellini ve Çavbella isimli kedilerinin mama kutusuna yaş mama koyup, sularını tazeledi. Üstüne mavi bir tişört giyip, kolunun altına da oyun metnini sıkıştırıp hızlıca evden çıktı. Dün gece yarısına kadar okuyabildiği metni açtı ama bir sayfa okudu okumadı arkadan bir yolcunun “ Şuradan bir kişi uzatır mısın? “ diyerek omzunu dürtmesiyle hevesi yarım kaldı. Minibüs sıkışan trafikte adım adım ilerlerken bir ara gözü yanında oturan kızın kucağındaki Oğuz ATAY’ın “Oyunlarla Yaşayanlar” kitabına takıldı. Yıllar önce Eskişehir’de oyununu izlemişti. Basamaklarından koşarak çıktığı apartmanın ikinci katındaki dairenin ziline tam basacakken kapı açıldı. Lucretia gülümseyerek ona bakıyordu.

-Geldiğini gördüm camdan.

-Ben de telepati yaptın sandım. Hazır mısın?

-Tabii, tabii …

Lucretia, içeri bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir an için koridordaki aynada arkası dönük çırılçıplak bir erkek bedeni gördü. Gördüğünü belli etmedi ona. Belli ki gece ezberini başka bir metin üzerinde yapmış Lucretia.

“Tarla Kuşuydu Jülyet” oyununu sahneleyeceklerdi. Yönetmen, rolleri daha bir içselleştirmeleri için birbirlerine gerçek isimleri ile değil de roldeki isimleri ile hitap etmelerini, cep telefonlarına birbirlerini roldeki isimleriyle kayıt etmelerini istemişti. Prova yapacakları salona kadar oyundan konuşarak yürüdüler. İçi içine sığmadığı her halinden belli olan Lucretia, kültür merkezinin kapısında baklayı ağzından düşürdü “Metin’le barıştık. Beni hala seviyormuş. Bu ilişkimiz yarım kalacak diye öylesine korkuyordum ki. ” Ona sıkıca sarılırken gözünün önüne aynadaki arkası dönük Metin geldi. Ama ona bir şey söylemedi.

Diğer oyuncular henüz gelmemişti. Yönetmen Efraim Bey, belli etmese de öfkeliydi. Titiz bir adamdı. Titiz, anne tarafından kel ve yarım kalan saçını arkada topuz yapan ellili yaşlarında gözlüklüydü. R harfini V olarak söyleyen, zayıf, uzun boylu ve biraz da kamburu vardı. “Pvovalav nevedeyse başlayacak oyunculav ovtada yok. Bu nasıl disiplinsiz biv gvup? Böyle gvupla oyun moyun çıkmaz efenim, çıkmaz.” diye serzenişte bulundu egzamalı ellerini tatlı tatlı kaşırken.    

Dört saat kadar süren provadan çıkarken salonda Efraim Bey’in sesi çınlıyordu; “Gelecek pvovaya lütfen hevkes kendi volünün otopsisini yapıp gelsin. Oynayacağınız kavakteve lütfen şu sovulavı sovalım; bu adam veya kadının gelecek kaygısı vav mıdıv? Zaaflavı nelevdiv? Kovkulavı vav mı? Gecivdiği biv kaza ya da hastalık vav mı? Hangi yemeği sevev? Küçükken babasıyla ilişkilevi nasıldı? Buna benzev sovulav sovun ve cevaplavını yazın, getivin haftaya” Lucretia ile minibüs durağında ayrıldık. O yürüyerek Metin ile buluşacağı alışveriş merkezine gitti. Ben eve gitmek için yirmi iki numaralı minibüsü bekledim. Efraim bey yanımdan geçerken gülümseyerek “ İyi akşamlar Bay Şekspiv “ dedi.

Minibüste önümdeki koltukta oturan adam yanındakine, kaldırımda kendi halinde yürüyen Efraim Bey’i gösterip;

– Babasından kalan dört tane daireyi yedi borsada bu Efraim. Kahrından öldü adamcağız. Karısı da dayanamadı boşadı bu dingili.” 

– Otizmli bir oğlu vardı değil mi bunun? O ne oldu?

– Anası, onu da bırakıp gitti buna ne olacaktı ki?

– Ne hayatlar var be! Senin küçük gelin ne oldu, döndü mü oğluna?

Trafiğe daha fazla katlanamayıp iki durak önce indim minibüsten. Yürürken aklımda oyunda canlandıracağım William Shakespeare rolü vardı. Rol üzerine araştırmalar yapmam gerekiyor. Efraim beyin de istediği otopsi raporu için ilginç ve fark yaratacak bir şeyler bulmam gerekli. Akşamüzeri çıkan taze ekmek kokusu bütün sokağı sarmıştı. Taş fırına girdim. Kasanın yanındaki radyodan hüzünlü bir klarnet sesi geliyordu, inceden. “Aralıklı oruç denilen beslenme sistemine geçtikten sonra günün en az on altı saatini aç geçiriyorum. Alkollü ve gazlı olanlar hariç bütün içecekler serbest ama yemek yemek yasak. Günde bir tam öğün, bir de yarım öğün yiyorum. Yarım dediğim öğün beşer adet badem, fındık, ceviz ve Antep fıstığı yani” dedi, önümdeki kadın yanındaki arkadaşına. Bir dönem ben de uygulamıştım az önce ekmek sırasındaki kadının dediği, otofaji sistemini ama veganlığa geçince bıraktım. Dayanılacak gibi değildi.

Fırından çıkıp eve gelirken bu aralar sıkça denk geldiğimiz mavi şortlu ve bisikletli genç kız geçti gitti yine yanımdan. Yüzünü hiç görmedim. Onu açık mavi şortu, sırtı ve bisikletiyle tanıyorum. Sokağın ortasına asılmış büyük Beşiktaş bayrağı; sabah neydi o öyle koşa koşa gittin? Ama şimdi sokağa tekrar hoş geldin” der gibiydi. Herkese olur mu bilmem ama bende hemen her seferinde ilk elime gelen anahtar yanlış anahtar olur. Doğrusunu bulup içeri girdim, Fellini ve Çavbella hem kuru hem yaş mamayı silip süpürmüş, kum kovasının neredeyse yarısını da yere saçmışlar. Utanmadan bir de ayaklarıma sürtünüp duruyorlar. Etrafı toparlayıp, çiçekleri suladım. Her akşam olduğu gibi aç karnına bir birayla yalnızlığımı kutsadım.

Mutfağa girdim, “Tehlike anında aç” yazan kutuyu açtım. Yarım kangal sucuğu çıkardım. Çeşmenin altına tutup sevgiyle ve suyla sıvazladım. Bir bıçak darbesiyle boydan boya kestim zarını. Sonra da bir çırpıda çıkarılabilen kadın elbiseleri gibi çekip aldım zarı sucuğun bedeninden. İnce uzun dilimler kestim, klasik yuvarlak dilimlerin yerine. Her bir dilimi tavaya koymadan önce tek tek kokladım. Onlar,  altı kısık ocakta cızırdarlarken yarım ekmeğin içine; özensizce sürülmüş domates salçasının üstüne ince dilim kaşar peynirlerini yatırdım. Kapı zili çaldı. Açmaya yönelirken tavanın sapına kolumu çarptım. Sucuklar yere saçılırken can havli ile gözlerimi açtım. Salonda aç karnına içtiğim biranın etkisi ile uyuya kalmışım. Karanlık salonda yarım kalan bir bira, yarım kalan bir rüya, açık kalan bir kanalda hüzünlü bir Yunan şarkısı…

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu