Yaşanmamış Anılar

Pek soğuk geçmeyen kış mevsiminin bahara kapılarını açtığı günlerdi. Tedbiri elden bırakmayıp yağmurluğumu da sırt çantasına atıp sabahın ilk ışıklarıyla yola koyulmuştuk. Yine konuları çalışmadan çıkmış soruları çözerek hazırlanılan bir sınava doğru hareket ediyorduk. Yaklaşık iki saat süren yolculuk, elimizde test kağıtları birimizin başı pencereye diğerininki pencereye dayalı başın omuz boşluğunda göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Sınav yerine vardığımızda okul kantininden birer kahve alıp bahçeye çıktık. Elinde ders notları,dudaklarında mırıltılar ile dolaşan adayların işin içine ciddiyet katmasıyla maruz kaldığımız sahte heyecan, sınav çıkışı planlarımızla yerini çabucak rahatlığa bırakmıştı.” Bu sefer sıkı çalıştım ” dediğimiz dönemlerde bile dört şıktan ikisini eleyip doğru şık yerine diğerinin boşluğunu taşmadan doldurmuşluğumuzdan mütevellit çoğu zaman bir fikrimiz dahi olmayan soruları yanlış doğruyu götürmediği için cevap anahtarına motif işleyerek doldurup sınav vermiş insanlardık. Kaygısız ve çokça zamanı kullanmadan cevap kağıtlarımızı teslim ettik. Haritadan bakarak geldiğimiz okulun caddesini bu kez bizi nereye götüreceğini umursamadan yürüdük. “Şu soruyu hangi şıkkı işaretledin ben b yaptım.Ah şu kedinin tatlılığına bak! Bu şehrin insanlarının kaldırımda bıraktığı pisliklerine ne demeli? İnsanlar bu şehrin kalabalığına nasıl tahammül ediyor? Bu kadar yolu bizim taşrada yürüsek çoktan sınır nöbetinde bir askerle burun buruna gelmiştik.” Derken Boğaz’ın kıyısındaki; her sene lale festivali düzenlenen korunun ismini taşıyan sokağın başına geldik. Ayda yılda bir yolumuzun düştüğü büyükşehire gelip pangallıkta dolaşacağımıza beş dakikalık mesafede konumlu müzeye doğru yürümeye karar verdik. Önünde şaha kalkmış bir at heykeli bulunan inci beyazlığındaki yapının merdivenlerindeki reklam panosunda ölümünün yüzüncü yılında Gustav Klimt ‘in misafir edildiği yazıyordu. Merdivenlerin sonunda, hemen kapının yanında ressamın şu meşhur tablosu; hani bir çoğumuzun Gustav’dan daha iyi bildiği kırlent, çanta,magnet gibi hediyelik eşyaların üzerine basılan altın renk işlemeli, birbirine sarılmış bir çiftin yer aldığı “Öpücük”ün büyük bir panosu  yer alıyordu.  Panoda;çiftin her ikisinin de başlarının olduğu kısım daire şeklinde oyularak bir boşluk meydana getirilmişti. Böylece ziyaretçilerin kendi yüzlerini aynı hizaya getirerek hatıra fotoğrafı çektirmesi fikri  tartışmaya açık olmakla  birlikte bir etkinliğe dönüşmüştü.

Okul hayatı boyunca resim ödevlerini ablasına yaptıran sevgilimin ısrarına dayanamayıp bir kaç metre uzaktan gelen misafir bir çifte fotoğrafımızı çekmesini rica ederek panonun arkasına geçtik. Sonra bembeyaz mermerlerin kollarımı diken diken eden soğukluğu eşliğinde içeriye girdik. Sevgilim, birinci ikinci tablo derken bir süre sonra tabloların önünde geçirdiğim dakikalardan olsa gerek bunaldığını dillendirmeden yanımdan uzaklaştı. Zaman mefhumunu yitirmiş bir şekilde Danae’nin tablosunu incelerken bu anı daha önce yaşamışım hissine kapıldım. Omzuma boyalı parmaklı bir elin temasıyla arkamı döndüğümde Gustav’ın yosun tutmuş gözlerinin bulanık rengiyle karşılaştım. Boya lekeleriyle kaplı gömleğinden tinere benzer keskin bir koku yayılıyordu. Tatlı bir yorgunlukla yere uzanıp gözlerimi tavana çevirdiğimde havada altın tozları uçuşuyordu. O sırada Gustav, “Beyaz tenli, kızıl saçlı kadınları oldum olası sevmişimdir.” diyerek saçlarımı okşuyor bir yandan da göz bebeklerimin büyüklüğünün normale döndüğünü söylüyordu. Genzime dolan kokunun limon kolonyasına ait olduğunun ayırdına varmamla hıçkırıklara boğulmam bir oldu.

Kafesin ardından ürkek bir kuş gibi bakan yüzümden parmaklarımı yere indirdiğimde etrafımda toplanan telaşlı kalabalığa bir anlam veremedim. Kalkıp koşarak binadan dışarıya çıktım. Sevgilim bahçenin beyaz korkuluklarına dayanmış sırtı bana,yüzü Boğaz’a karşı sigarasını içiyordu. Koluna girip  “Sanırım kan şekerim düştü. Bir şeyler yiyelim mi?”diyerek geldiğimiz yola doğru sarmaş dolaş sessizce yürümeye başladık. Ta ki gömleğinin koluna altın sarısı boyanın nerden geldiğini sorana kadar…

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu