Yeraltından mektup

Sevgili Fyodor Dostoyevski,
“Yeraltından Notları” ancak ikinci kez okuduktan sonra sana bu mektubu yazma cesareti buldum. Gelgelelim gönderemeyeceğim. Hayır, bunun sebebi yeteri kadar cesaretli olmayışım değil, sana ulaşması mümkün olmadığından. Yoksa şartlarımızı düşünürsek adımın önüne bir sıfat konulma ihtimalini umursamayacak kadar korkusuz olduğumu bilmeni isterim. Ruhsal cesaretin, fiziksel cesaretin hep bir adım üstünde tutulmasından yanayım.
Bahsettiğin subayla aranızda geçen olay beni derinden etkiledi. Kendisinden yüksek rütbelilerle ve resmi üniformalı diğer görevlilerle karşılaştığında kenara çekilerek yol veren ama senin benim gibileri gördüğünde üzerine doğru yürüyen bir adama kim olsa öfkelenir. İnanın bana bu öfkeye kapılmak için subayın aynı subay olmasına da gerek yok, yolda, sokakta, bir kuyruk sırasında nerede olursa olsun bu davranışları sergileyen insanları fark etmek önemlidir. Gün içinde gelişen olaylara verdiğimiz tepkilerin daha iyisi nedense hep başımıza yastığa koyduğumuzda geliyor. Biliyorum ki bu yaşadığın olaydan sonra sen de benim gibi aklına her geldiğinde farklı sonlar düşündün. Görgülü ve sağduyulu insanlardan beklenen her iki tarafın aynı inceliği göstermesidir. Gidişat gösteriyor ki, toplumsal davranışlar tıpkı bir kar tanesi gibi dağın tepesinden üzerimize doğru yuvarlanan bir çığa dönüşüyor. Elinde fenerle gündüz vakti adam arayan Diyojen’e benzememize az kaldı.
Edebi kaleminin ne kadar güçlü olduğu hususunda en ufak bir şüphe duymasam da yazdığın o mektubu göndermemekle doğru bir karar verdiğini düşünüyorum. Aldığın öç ile geç kalınmış tepkinin hakkını fazlasıyla vermişsin. Toplum içinde sıkça karşılaştığımız subaya, subay gibi davranan diğer meslek erbaplarına kendisi kadar bizim de haklarımızın olduğunu hatırlatmak elzemdir. Neva Caddesi’nde onunla tekrar karşılaşsaydın muhakkak yüzün ona aşikâr gelecekti. Bir kaç sene önce benzer bir durum, araçla seyir halindeyken benim başıma geldi. Trafik ışıklarında duran üçüncü ya da dördüncü araçtım. Kalkış yaptıktan kısa bir süre sonra ışık sarı rengini alınca bulunduğum şerit geçişe kapanacağı için hızımın düşük olması sebebiyle durmuştum. Durmamla birlikte çarpma sesiyle bir sarsıntı duydum. Çarpan arabanın sürücüsü; Sana kıyasla kısa ama güçlü bir yapıya sahip olan adam, kadın oluşuma güvenerek yanıma yaklaştı. ” Erkek olsaydın, sarı ışıkta geçmiştin” diyerek suçu üstüme atmaya çalıştı. O an, bu ahmağa “Trafik kurallarını bildiğim için durdum, kadınım diye değil” cevabını vermeyi tercih ettim. Bir yumruktan daha fazla etki yaratmış olacak ki geri adım atmak zorunda kaldı.
Ah Fyodor, bu mektubu şimdi üçüncü kişilerin okuma imkânı olsaydı. Başımıza gelenler ona önemsiz bir olay gibi görünür müydü? Muhakkak. Ama bizi korkaklıkla kesinlikle suçlamazlardı. Kaldı ki biz kendimizi düzeltmeyi ya da değiştirmeyi düşünen insanlar değiliz.
Dünya gündeminde bir senedir salgın hastalık var. Virüs, insanları genç yaşlı,zengin fakir, müslüman hristiyan, hatta bana çarpan o sürücü gibi kadın erkek ayrımı yapmaksızın bulaşıyor. Ve çoğunlukla ölümüne sebep oluyor. Yakın zamanda gazetelerden okuduğum kadarıyla Baltık Denizi’nde yaklaşık dört yüz yıllık bir gemi keşfedildi. Ve artık Petersburg sakinlerinin, buzların üzerinde araba sürerek yaşadıkları heyecanın yerini doğalgaz boru hattına bıraktı.
Bugün aralık ayının ilk günü, yaşadığın şehrin bembeyaz karla kaplanmasının eli kulağındadır. St. Petersburg’un ismi senden sonra iki kez değişti ve başkentliğini Moskova’ya çoktan devretti. Ben hiç gitmedim. Ama yüz kırk yıl sonra, bugünkü halini görme şansın olsa benden daha çok şaşırırsın, eminim.
Sevgili Fyodor, kitaplar hakkında söylenmemiş bir şey varsa o da; bizi, geçmişe ve geleceğe götürebilen bir zaman makinesi olmasının ötesinde iki dünya arasında bir köprü kurabileceğidir. Şimdilik, hoşça kal ya da daha iyisi, görüşmek üzere…