Edirne’nin Ardı Millet Bahçesi

Son yıllarda ekonominin lokomotifi haline gelen inşaat sektörünün kontrolsüz büyümesine, betonlaşma ve çarpık kentleşme eleştirilerine karşı ders veren (!) Millet Bahçeleri; şehir halkını doğayla buluşturmaya, fiziksel, zihinsel ve sosyal sağlık açısından gereksinimlerini karşılamaya ve gerektiğinde afet toplanma alanı olarak kullanılması amacıyla yapılan, şehrin simgesel yeşil alanları olarak tanımlanıyor.
Edirne’de başlatılan proje yerinin, doğal güzelliğiyle, çeşitli bitki ve hayvan türlerinin yaşadığı, ismiyle müsemma; Edirne Kent Ormanı’nın seçilmesi büyük bir talihsizlik olmuştu. İçinde oyun, yürüyüş, dinlenme, piknik ve yeşil alanları mevcut olan hemşerilerimin dilindeki adıyla Söğütlüğün, yeni bir proje olarak sunulması deyim yerindeyse eski hayratı da berbat etmektir.
Bu proje, hayırsız bir evladın aile yadigârı fotoğraflarını çöpe atması gibi Edirnelilerin çocukluğundaki okul gezilerini, gençlikte arkadaş buluşmalarını, yetişkinlikte yapılan hafta sonu pikniklerini, emeklilikte yapılan hafif tempolu yürüyüşlerini, torunu torbası konusu komşuyla vakit geçirdiği, her biri birbirinden güzel anılarını yok etmek değil mi?
Kentsel yerleşim yerinden uzakta, bölgenin toprak yapısından, hava koşullarından bihaber, taşkınlarıyla meşhur bir nehrin kenarında planlanan, telaffuz edilen maliyetlerle yapılmak istenen bu proje, bir nevi havanda su dövmektir.
Arazisinin yüzde altmışı tarım alanı olarak kullanılan bu şehrin, insanlarını doğayla buluşturma fikri pek de cazip görünmüyor. Bir Edirnelinin ya tarlası, bağı, bahçesi vardır. Ya da bunlardan birine sahip bir yakını vardır. Hiç olmadı bir balkonu, penceresi ve buralardan dallanıp budaklanan bir saksı çiçeği vardır. Hemşerilerim, fiziksel sağlığını şehrin sokaklarında yürüyerek, sosyal sağlığını aynı sokaktan geçen bir tanıdığıyla hoşbeş ederek de koruyabilir. Bu sohbet sırasında konu; elinde taşıdığı bir gıda maddesinin fiyatına, o fiyata yapılan zamma, kombiyi az yaktığına, torunun harçlığına, maaşın faturalar yüzünden çektiği gün bittiğine, Bulgaristan vatandaşlarının arabalarına yüklediği dağ gibi malzemelere getirirse zihinsel sağlığı hakkında garanti veremem. O vakit, koca şehir baştan sona bahçe olsa ne fayda.
Gerektiğinde afet toplanma alanı olarak da kullanılması düşünülen bu yeşil bahçelerde geometrik desenler çizen yürüyüş ve bisiklet yolları, yapay gölet, ibadethane, kıraathane ve ağaçlandırma ön plana çıkarken aklıma takıldı; Hatay, Osmaniye ve Adıyaman’ın 1, Kahramanmaraş’ın 6, Malatya ve Gaziantep’in 4, Adana ve Diyarbakır’ın 2 adet olan Millet bahçelerine depremden sonra kaç çadır kaç konteyner sığdı?
En son pandemi öncesi gittiğim Kent Ormanı ziyareti sonrası kaleme aldığım yazıyı buraya bırakıyorum.
“Kent Ormanı demeye bin şahit lazım ama sen yalnızsın. Bu yüzden ağaçlık alanda bir hava alayım iki adım atayım diyorsun.
Bir patika arayan gözlerin kesme taşlarla döşenmiş bir yolla kesişiyor. Yeşilliklerin içinde kırmızı, sarı, mavi renkler ilişiyor çiçek sanıyorsun, o kadar iri mavi çiçek mi olur? Yaklaşıyorsun; hemşerilerinin ardında bıraktığı atıklar olduğunu fark ediyorsun.
Sonra bir ağacın dibinde bulduğun bir yaprağa bakıyorsun; yaprakların da içi içini mi yer yoksa buna sebep mi böcekler düşünüyorsun. Hani zihnimizi kemiren, kalbimiz; bir an olsun güzel rahiyalar yaysa üşüşüveren…
Gökyüzüne doğru başını kaldırdığında yıkılma tehlikesi bulunan ağaçları yüreğine, utançtan gözlerini yere devirdiğinde ışıklandırma lambalarının kırık parçalarının üzerine basıyorsun.
Sonra geri dönüyorsun, bir adım atıyor iki sövüyorsun, bir nefes alıp dört sövüyorsun
Yaprağın anısına kim bilir kaç kulak çınlatıyorsun…”



